üç

357 30 74
                                    

~

elimdeki son tabağı da masaya bıraktım ve taehyung'a döndüm. hâlâ elindeki domatesle cebelleşiyordu. "gerçekten sadece bir görev verdim taehyung. ver bana."

"ya hayır! bırak ben hallederim." söylenmelerine rağmen önce bıçağı sonra domatesi aldım ve nazikçe doğramaya başladım.

"eğer çok sıkarsan suyu çıkar ve ezilir. daha nazik olmalısın. farkındaysan bıçağı da ters tutuyordun taehyung."

"ne? niye uyarmıyorsun? bende kendimi beceriksiz gibi hissettim." büzdüğü dudaklarına bir bakış atıp sırıttım. öpülesi gözüküyordu.

elimi yanaklarına atıp sıkıştırdım. "mutfak senin işin değil. sende başka yerlerde becerini konuşturursun." şimdi de aklım çok yanlış şeylere kaymıştı.

son günlerde garip davranışlarım ve düşüncelerim vardı. hatta sanırım yaklaşık sekiz aydır. en başlarda göz ardı edebilmiştim ama iki aydır bu mümkün değildi. her şey o eteğin suçuydu, alıp yakacaktım. hem böylelikle olurda kafasına eserse bile giyinemezdi. bu fikir kesinlikle hoşuma gitti hatta birazdan yapacağım sanırım.

taehyung'un bu yemeğe gelmek istemesi hatta gelmesi beni çok mutlu etmişti. ne de olsa aramız uzun süredir bozuktu ve bugün düzeltebilirdim. güzelce yemeğimizi yerdik, jennie ve ev arkadaşıyla vakit geçirirdik. onlar gidince ise oyun oynamayı teklif ederdim. o da kabul ederdi. umarım yani. en son yatmaya gitmeden önce ise biraz bu olayları konuşurduk belki. hem özür de dilerdim.

"uf jungkook! yeter bıktım senden." kaşlarımı çatıp taehyung'a dödüm. ne olmuştu birden? içimden konuşmak yerine dışarıdan konuşmuştum sanırım.

"anlamadım?"

"nesini anlamadın? bıktım işte senden. aynı eve çıktığımız için bile pişman olmak üzereyim."

"ne?"

"aynen öyle. baksana sen olduğun için arkadaşlarımı eve bile çağıramıyorum." bende arkadaşı değil miydim? "bir de kendine bak. aklına eseni eve alıyorsun. bana da danışsan keşke bazı şeyleri." ne alakaydı şimdi?

kalbimi paramparça yapan cümlelerini kurduktan sonra mutfaktan çıktı ve odasına girdi. birkaç dakika sonra da dış kapının açılma sesini duydum. ardından da kapanma sesi.

iki saniye içinde ne olmuştu böyle? bir elimde bıçak bir elimde domatesle kalakalmıştım. gerçekten dışarıdan konuşmuş olma ihtimalim yüzde kaçtı? gerçi yine de bu söylediklerini hak ettiğimi düşünmüyorum orası ayrı.

benden bıkmış veya soğumuş olma ihtimali uzun süredir aklımdaydı zaten. anladığım kadarıyla gerçekten bıkmıştı ve zaten belli etmekten çekinmiyordu. yine de onun ağzından duymak kötü hissettirmişti.

arkadaşlarını getirmek istiyorsa getirebilirdi. hatta isterse burda bile kalabilirlerdi. benden utanıyorsa -ki utanılacak neyim vardı?- arkadaşları buradayken gelmezdim. ben bir şekilde başımın çaresine bakardım ama taehyung bakamazdı. yanımdan ayrılmamalıydı. her zaman bildiğim yerlerde dolaşmalıydı ki başına bir şey geldiğinde ona ulaşabileyim. her zaman etrafımda ve kollarımın altında olmak zorundaydı. ben ona bir söz vermiştim. tutmak boynumun borcuydu. aslında söz vermesem bile yapardım ama bunu bilmesine gerek yoktu.

"taehyung!" bağırarak dış kapıya doğru koştum. artık sınıra gelmiştim ve konuşmalıydım.

kapıyı açıp dışarı çıkmıştım ki merdivenlerde jennie ve sanırım lisa ile karşılaştım. yeni tanışmıştık ve belki de hırsızlardı ama bunu düşünecek vaktim yoktu bu yüzden hafifçe gülümseyip anahtarı jennie'nin eline tutuşturdum.

rascal -tkWhere stories live. Discover now