on bir - bak, bunu okumamış işte

62 10 18
                                    

"dışarıdan bir şey lazım mı anne?"

"bir yere mi gidiyorsun oğlum?"

"dolaşacağım biraz."

"babanın haberi var mı?"

beomgyu yüzüne en sevimli gülüşünü yerleştirip oyuncu bir tavırla kafasını yana eğdi. "babam gelmeden gidip gelsem olmaz mı?" dedi sondaki heceyi uzatarak. annesi tip tip baktı ona, sonunda dayanamayıp iç çekti. "tamam, çok geç kalma." deyip mutfaktaki işine devam etti.

beomgyu heyecanla kapıya koştu, ayaklarına yeni ayakkabılarını geçirip evden ayrıldı. girişteki taşlı yoldan yürüyüp bahçe kapısından çıktığında yakışıklı müstakbel kocası karşısındaydı.

"çok bekledin mi?"

taehyun montunun cebindeki ellerini çıkarıp ona doğru uzandı. beomgyu anlamıştı, şimdi sarılacaklardı. demek ki taehyun sarılmayı seven bir insandı. bunda büyütülecek bir şey olmamalıydı. kendisini sakinleştirmeye çalışarak güzel kokusunu içine çekti.

"yok yok," dedi taehyun ayrılırken. "yeni geldim zaten."

havadan sudan sohbet ederek sokağın başına kadar yürüdüler. bugün hava salı günü olduğu kadar soğuk değildi fakat yine de üşüyorlardı. taehyun buna beomgyu'nun asla itiraz etmeyeceği bir çözüm buldu: kol kola girdiler. meydana çıkan yolu yürürken ikisi de yavaş yavaş bıraktı konuşmayı. bundan önceki sohbetlerinde çoğunlukla taehyun, bazen beomgyu konuşulan konu her sonlanacak gibi olduğunda yeni konu açmaya çabaladığı için bu sessizliği hiç tatmamışlardı. şimdi ağır ağır esen rüzgarın altında kol kola yürüyorlarken beomgyu kafasının içinde, taehyun'a karşı hissettikleriyle baş başa kaldı.

taehyun'un ona böylesine yakın davranıyor, onunla bu kadar açık açık flörtleşiyorken beomgyu'ya karşı benzer duygulara sahip olmama olasılığı var mıydı? davranışları şaka yollu olabilir miydi? ya taehyun, soobin hyung'un "bu sana bildiğin koşuyor." demesini sağlayan hareketleri diğer arkadaşlarına da sergiliyorduysa? beomgyu çok mu hızlı davranıyordu bunları merak etmek için? onunla tanışalı daha bir hafta olmamıştı.

o kendi kendine endişeleriyle boğuşurken küçük bir çocuk karşılarından bisikletiyle geçti, beomgyu'yla göz göze geldi ve bisikletten düştü. göğsünde bir balon kocaman olana kadar şişirilmiş, en sonunda patlamış gibi hisseden beomgyu gülmemek için dudaklarını dişlerken taehyun çoktan kahkaha atmıştı. bunun hakkında konuşmadan kasaba meydanına vardılar.

ocak ayının ortalarında olmalarına rağmen meydandaki yılbaşı süsleri hâlâ kaldırılmamıştı. taehyun hediyelik eşya satılan dükkanlara bakınmaya başladı, el örgüsü atkıların satıldığı bir tezgahta durup iki renk atkıyı uzun uzun inceledi. "hangisi olsun?" dedi, beomgyu atkılara değil onun güzel yüzüne bakıyorken.

"yine annene mi bakıyorsun?" dedi beomgyu, gözünü hâlâ atkılara çevirmiş değildi.

taehyun başını iki yana salladı. aklına gelen ilk şeyi öylesine söylemiş gibi rahatça cevapladı onu. "bu sefer hoşlandığım çocuğa bakıyorum."

şimdi beomgyu için endişelerini bastırmaya çalışma vaktiydi. hoşlandığı çocuk kendisi olmalıydı, eğer taehyun ne istediğini bilmeyen bir şerefsiz değilse başkasından hoşlanırken beomgyu'ya bu şekilde davranmazdı, değil mi? eğer kendisini sakinleştirmek için düşündüğü bu şeyler doğru değilse, beomgyu için hayat tam manasıyla biterdi. taehyun iki atkıyı gösterip sorduğu soruyu tekrarlayınca gülümsemeye çalıştı beomgyu.

tanrı çoktan unuttu bizi Where stories live. Discover now