10 ∞ Kanlı sanat

Start from the beginning
                                    

Zira Slyvia'nın kendisine hizmet ettirttiği askerlerinin, oturacak bir taburesi dahi yoktu.

Bense onların yeri için gerekli tüm imkanları sağlamış fakat tek bir kural koymuştum. İsteyen askerin istediği zaman malikaneye girme izni vardı. Fakat önceden izin isteyecek ve onaylarsam girecekti. Bu şartı anında kabul etmiş olan askerlerin hepsi, kurala uyarcasına kafa sallamış ve yaptıklarımdan ötürü çok mutlu olmuşlardı.

Fakat askerlerin arasından bir tanesi bana çekinerek biraz yaklaşmış ve bir şey söylemek istercesine önümde durmuştu. Bakışlarımı onun yüzüne çevirip, söyle dercesine bakmıştım. 

Bana, mahzende eşinin olduğunu ve ona ne olduğunu sormuştu. Eşi kimdi bilmiyordum. Ona herkese para verip gönderdiğimi, hayatlarını yaşamaları için özgür bıraktığımı söylediğim zaman gözleri dolmuş bir şekilde diz çöküp gülümseyerek üst üste teşekkür etmişti. 

Ona el uzatarak yerden kaldırdım ve bana dolu bakan gözleri ile tekrar bir şey sormak istercesine bir bakış attı. Gözlerine sor dercesine baktığımda ise bana, evimin nerede olduğunu hatırlıyorum eğer eşim çıktıysa evimize gitmiştir. Sadece bir defaya mahsus evime gidip, onu görebilir miyim efendim? diye sormuştu. 

Bakışlarımı ondan çekerek sağımda bulunan orduya doğru döndürdüm. Onlara doğru yüksek bir sesle, mahzende ailesi ya da herhangi bir tanıdığı olan varsa bir adım öne çıksın diye bağırdım. Belki binlerce kişi arasından sadece 10-20 kişi öne doğru bir adım attı. 

Hepsi korkarak yere doğru bakıyordu. Onlara sesli bir şekilde bağırarak hepiniz özgürsünüz evlerinize gidin dedim. Bu lafımdan sonra adım atan askerlerin hepsi, bana az önce soru soran asker gibi teşekkür ederek ordudan ayrıldılar. 

Onlar ayrıldıktan sonra geri kalan orduya doğru tekrar dönüp, başka gitmek isteyen varsa ayrılabilir dediğim zaman kimse kıpırdamamıştı. Bazıları asırlarını burada geçirdiği için dışarıda olan hayatı bilmiyordu. Hatta aralarında, bütün hayatı boyunca sadece buraya hizmet etmeyi bilen kişiler olduğu için dışarısı onları korkutuyordu.

O an anladım ki, sadece orduya yeni atılan kişiler adım atmıştı. Çünkü burada kıpırdamayan her asker, bütün hayatlarını bu hizmete adamış olanlardı. Hepsi yüzüme gülümsemişti, bende onlara gülümseyerek yanlarından ayrılmıştım.

Fakat artık her şey tamamdı ve benim, abim Jayden'ı bulma zamanım gelmişti. Slyvia'ya abimin nerede olacağına dair soru sormak için mahzene inmeye hazırlanırken odamın kapısına birisi tıkladı.

''Evet?'' diyerek kim olduğunu anlamak için seslenip, bakışlarımı kapıya çevirdim.

Duncan, ''Efendim, Maggie uyandı.'' dediği an ellerim titremişti. 

Derin bir nefes alıp, üzerimde duran paltonun yakalarını düzelttim. Slyvia'nın yanına gitmeyi anında ertelemiş, Maggie'ye doğru yönelmiştim. Bana kardeşini soracağını biliyordum, içimde yoğun bir stres olsa da durdurdum çünkü karşısında net durmalıydım. 

Kapıya doğru yürüdüm ve kapıyı açtığımda, karşımda Abigail elinde tuttuğu bir kaç sayfa ile heyecanlı bir şekilde bana bakıyordu. Duncan ise koridorun sağında durmuş beni bekliyordu.

Abigail, ''Şiir yazmayı denedim, bakmak ister misin?'' diye sordu gülümseyerek.

''Bakacağım, fakat daha sonra. Eminim çok güzel olmuştur Abigail.'' diyerek gülümsemesine karşılık vererek, Duncan'a doğru yürüdüm ve koridordan üst kata doğru çıktım. 

Beyaz duvarlara sahip bu uzun koridorun en sonunda, dışarıya doğru açılan siyah büyük bir penceresi vardı. Pencerenin kenarında ise koridorun rengiyle aynı renge sahip bir kapı vardı. 

KUTSAL YA DA BEYAZWhere stories live. Discover now