~ 𝑴𝒆𝒄̧𝒉𝒖𝒍 ~

6 2 0
                                    


-Yani Ekrem niçin insanlar-
-İnsanlar dedin Kerim... İnsan varlığının temel sorun olduğu herhangi bi' problemi ne diye bu kadar düşünürsün ki?
-Yahu bi' cümlemi bitirseydim be adam.
-Eh, bitir öyleyse.
-Senelerdir aldığım eğitimi sen de biliyorsun. İşi yeri geldi geleneğine bağlı yöntemlerle de icra ettik, yenilikçi olup tuvali fırça, fırçayı tuval de yaptık. Ama ne diye hep bir eleştiri yağmurundayız anlamadım gitti.
-Benim muzdarip arkadaşım. Anlamadığın şey de bu ya. Yaptığın ince işçilik ve sergilediğin detaycılık ne kadar etkileyici olursa olsun, her zaman eleştirileceğin bir kesmin olacağını ne diye kabullenemezsin ki?
-İyi de, her kesime hitap edecek tonla iş de sergilemedim değil, biliyorsun.
-Değerli dostum Kerim, insanları tatmin etmek, tarihte hiçbir zaman mümkünatı olan bir mevzu bahis olmamıştır. Sen ve ben birer sanatçıyız. Estetikten yozlaşmış bu toplum içerisinde tut ki az önce de dediğin gibi geleneklere uygun bir teknikle ele alıp da eyleme geçirdiğin bi' tuvalin olsun, ki var da. Bu kesmin bireyleri bile sürekli seni eleştirecek bir şeyler ararlar.
-İyi de, ne diye yapıyoruz ki öyleyse biz bu işi? Biz sanatçıyız, sen sanatı sanat için, bense toplum için ele alıyorum. Senin rağbet görmemeni anlarım, buna rağmen devam etmeni, içindeki sanatın güçlü özlerinden dolayı olduğunu da anlarım ama ben ne diye linç ediliyorum o zaman?
-İşte en başta dediğim noktaya geldik yine. İnsanlar... Onları memnun etmenin zerre imkanı yokken bir de üstüne genelinin önyargı ile bakıp değersiz gördüğü bu sanat meşgalesiyle işe koyulmaya çalıştık biz.
-Ne yani, hitabımızın değerli görüldüğü tek kesim golf oynayan elit topluluktan ibaret mi, ya da çay saatlerini bile öğünlerine göre belirlemiş, fevkalade zengin iş insanları mı? Benim toplum için icra ettiğim sanat, bakılınca bu kesime değinmemeli bile hatta.
-Optimistsin Kerim. Hep böyle tozpembe hayalleri mi kovalarsın?
-Tuvallerime genellikle negatifi işleyen ben değilim de sensin sanki?
-Ne yani, sen fakirliği ve sefaleti ele aldığın işlerini tıpkı o tuvallerdeki gibi fakir ve sefil insanların mı satın alacağını sanıyorsun?
-Elbette hayır ama hiç değilse eserlerimi, tıpkı eserlerimde ele aldığım fakir ve sefil kesim gibi gerçekten fakir ve sefil insanların eleştirmemesini isterdim.
-Düşündün mü peki neden o zenginler fakirliği işlediğin işlerini satın alan tek alıcıların diye?
-...
-Ben sana söyleyeyim. Bilmiyorum.
-Bilmiyor musun?
-Bir zengin olsaydım belki, onların bakabildiği dünya ve bakışlarıyla bir yorum yapabilirdim.
-Anlıyorum sanırım. Bir ana temayı işleyeceksem eğer, o temanın bireyleri gibi bakabiliyor olmam lazım. Bunun için de bizzat onlar olmam lazım. Kabahatim fakir olmamak mı peki? O yüzden mi beni linç ediyor fakirler.
-Sanmam. Bu gibi çizgileri çekebilmek zor kararlar gerektirir.
-Ne demek istiyorsun?
-Sana sormuştum ya neden zenginler tek alıcıların diye.
-Evet.
-Belki de sadece fırça darbelerinin estetiği hoşlarına gitmiştir, ya da renk seçimlerin, ya da akademik başarının detaycılığını kullanabilişin... Kim bilir?
-Tuvallerimdeki mesajların bir önemi yok yani, öyle mi?
-Belki de. Diyorum ya, net cevap veremem. Öte yandan Kerim şöyle bir şey de var... Derler ya el ağzı kese kağıdı değil ki büzesin. Ben bu yüzden sanatı toplum için icra etmeyi bıraktım.
-Sahiden, sen de benim bakış açımdaydın bir aralar. Neden değiştin sonra?
-O linçleri, o manasız eleştirileri ben duymadım mı sandın yoksa? Sanat içimden geliyor. Baktığım, kimi zaman düşündüğüm, bazense düşlediğim imgelerde titizlikle estetik hazzı yakalamayı başardım. Sanatı kendim için icra edip yaşamaya başladım. Sanatın ta kendisi için.
-Sanat benim de dersin sen şimdi.
-Herkesin kendi hayatının Tanrı'sı olması gibi kusursuz sanat algısında da bir numarası kendisi değil midir ki zaten? Sen kimi örnek alıyorsun?
-Bilmiyorum, belki de öyle. Kimi örnek aldığımı da bilmiyorum.
-Bilmediğin için sanatçısın bence. Kimi zaman din, kimi zamansa aşk gibi her soruya cevap veremediğin ve "bilmiyorum" diyerek cevapsız kaldığın anlardaki gibi sanatın da bazı sorularına cevap veremediğinde aslında onu gönülden gelen bir içtenlikle benimseme şansını nezdinde bir yere sindiriyorsun.
-Öyle ya. Tüm cevaplarını verebildiğimiz şeylerde mantık bulmuş oluruz. Oysa ki aşk başlığı altında sorulan "onu neden seviyorsun" sorusuna "bilmiyorum" diyerek aşk'ı gönülden bir hisle benimsediğimizi belirtmiş oluyoruz. Bazen cevap veremezsin. Sadece sen anlarsın. Zor da olsa, görmek isteyen başkaları da hisseder.
-Nihayet kıyı bucağından tutunabildin frekansıma.
-Ne yapmalıyım o zaman Ekrem? Toplum için var olmayacaksam nereye uzanır sonum? Senin gibi sanat, sanat içindir mi diyeyim?
-Bu soruları hazırlık aşamalarımızda cevaplandırmıştık. Sormak için geç kaldığın sorularla yiyip bitirme yeniden kendini.
-İsmimden, cismimden mi sıkıldılar acaba?
-Aslında bu mantıklı bak. Herkes senin içedönük bakışınla işlediğin eserlerinde mana bulamayabilir. Ben seni tanıyorum, sezebiliyorum da bu yüzden. Bazen işlerinde sık sık gizli saklı mesajlar veriyorsun. İnsanlara, sizler için, toplum için icra ediyorum sanatı desen de sadece kendinin anlayabileceği eserlere imza atıyorsun. Ne yazık ki çoğu zaman bunları görmek için seni tanımak gerekiyor. Ama gel gör ki o kör olası üçüncü göz öyle mi?
-Hiç böyle düşünmemiştim.
-Bana sorarsan hatan da bu ya. Cevapsız kalman ile işin estetiğini kavrayamıyor olman hiç aynı şeyler değil. Düşünemezsen başarılı da olamazsın. Enteresan bir noktadayız.
-Ama bazen bir tuvalin taslak aşamasında, ya da ne bileyim içereceği mesajı konusunda saatlerce düşünüyorum. Sen de biliyorsun.
-Biliyorum. Sen saatlerce perişan hâlde düşünürken, ben denk geldiğimde acıyarak bakıyorum bazen sana.
-Neden acıyarak baktığını hâlâ bilmiyorum. Neden sahiden?
-Çok düşünüyorsun Kerim. Çok düşünüyorsun ama boş düşünüyorsun. Bu kadar harap oluyorsan düşünürken, bil ki yanlış yaptığın bir şeyler vardır. Düşünce sistemin, düşündüğün şey, gereksiz düşünmen... Neden bilmiyorum, işte bunlardan biridir veya hepsidir belki temel sorunun. Yıpratma kendini.

Trakyalı ÇiçeğiWhere stories live. Discover now