~ 𝑺𝒊𝒃𝒚𝒍 𝒗𝒆 𝒔̧𝒂𝒎𝒔̧𝒂𝒎~

5 1 0
                                    

Sibyl & Şamşam

"Yaşadığımı hissetmeyi öyle özlemişim ki yaşayamasam da... Lütfen sakinleş, lütfen sakinleş kalbim. Delicesine bir şey yapma".

Aslından ayrı bir başka aşk, engel olmuştu hakiki olanına. Bedenin asıl sahibi fark edemeden kötü kalpli bir kadını sevdi çeşitli fedâkarlıklarla. Sonra zalimce terk edilişiyle sanrı krizleri geçirip ruhunu ele geçiren bir kötülükle,  bir başka deyişle şeytana dönüştü. Uzunca zaman önce bu bedenin alnına konan bir nur vardı öte yandan. İki bin yıllık melek yaşamlarında, bulutların üzerinden kovulup, aşklarına mani olunmuş iki aşık meleğin dünyaya düşürülmesi olayı ve bu meleklerden birinin bu bedene rastlayışıyla gerçekleşti. Ki, bu düşüşte iki meleğin birbirlerine dünyaya düştükleri esnada bile kavuşamamaları için bin yıl süren bir savrulmaydı bu. Gökte bin yıl süren bir savruluş... O bin yılın sonundaysa birer yıl arayla ikisi de emanet bedenlerde hapsoldular. Rastgele iki insanın bedeninde gizlenmiş iki melek... Birbirlerinin varlıklarını o bedenler büyürken hatırlayamamaları sağlandı zalimce. Birbirlerinin sesleri, görünüşleri hafızalarından silindi. Yetmiyormuş gibi iki melekten kadın olanının hiçbir zaman o bin yıl süren aşkını hatırlayamamasına sebep oldular. Tanrı'nın ve kurulunun huzurunda şiirsel bir hikaye olarak kabul edilmesiydi sebebi. Kalıcı bir hasardı bu. Göklerin de tepesinden gelen hükümlerin doğrultularıydı işte bunlar. Erkek olan melek şamşam'ın bir ihtimal uyanıp hatırlama şansı vardı her şeyi yeniden. Lakin bu, milyarların birinde yaşanabilecek bir senaryoydu. Fakat aşk zalimdir, yine de galip gelir. Kehanetin mutlu sona bağlanacağı tek yol, tıpkı Tanrı tarafından zikredildiği şekilde bu iki meleğin hapsolduğu bedenlerin sahipleri birbirlerini bulmasıyla gerçekleşecekti. Bu bir gün yaşandı da. O meleklerin varlıklarından ayrıca gelişen mucizevi bir buluşmaydı bu. Aylar sonra şamşam her şeyi hatırladı, nasıl cennetten düştüklerini, nasıl yüzyıllarca semâda savrulduklarını... Aşkı Sibyl'ı bulmuştu. Şamşam'ın ruhunun içinde barındığı, işte en başta bahsettiğimiz bedenin asıl sahibi olan şeytanvari ruh -dünyevi ismiyle "E"- Sibyl'ın ruhunun içinde barındığı o asıl bedenin sahibi olan insanın -dünyevi ismiyle "S"- ruhuna aşık oldu. Tarihin bu biçimde kutsal bir takdiri olamazdı görünürde. Bir şekilde bu iki bedeni paylaşan dört ruh da birbirlerini sevdiğinde ikişerli ruhlar o bedenlerde bir bütün olacak, biri Tanrı'dan daha Tanrı, öteki ise Tanrıça olup yeniden kanatlanacaklardı. Ne yazık ki Sibyl henüz uykusundan uyanmaya fırsat bulamadan o bedenin sahibi reddetti çok sonralardan sevmeyi. Çünkü bu aşk hissine kapılmadan bir sene evvel S, karşılık bulamadığı aynı aşk hissiyle kırgındı. Üstelik E de sevmeye başlayınca dört ruhtan üçü hazırdı yeniden taçlanmaya. İşin trajedisi o ya. Bu reddişten bir sene evvel, S idi şamşam'ın barındığı bedenin sahibi E'yi ilk başta seven. İkisi de birbirlerine farklı zaman dilimlerinde kayıtsız kaldılar. Benzer ama bir o kadar da uzak sebeplerden... O sıralarda ise reddedilişle Sibyl'a hiç ulaşamayan şamşam, en çok acıyı çeken ruh oldu. Şöyle anlatıyordu bugünün mahvolmuş meleği şamşam iki bin yıl öncesini:

-Bilirsin seni ne kadar severim, ama cennet daha fazla bekleyemez sevgilim" dedi bana. Bulutların üzerinde kutsal rüzgarların ıslığıyla dalgalanan, güneşin yanında açık kumrala çalan altın renkteki saçları savrulurken sevgilimin, gözlerinin derinine baktım uzun uzun. Kendi kanatlarımı incelediğim en güzel aynamdı gözleri. İrisinde kasvetin olmadığı tek resim... Güçlükle birbirimizin kollarına tuttunuyorduk düşmemek için yeryüzüne. Kanatlarımız, büyük bir resim paletinin yuvalarına kırmızı boyalar sürülmüş gibi kanla kaplanmıştı yer yer. Zor duruyoruz cennetin buluttan zeminleri üzerinde. Ramak kalmış artık dünyaya düşmemize. Aşkımızın enerjisini cennet bile kaldıramamış. Öyle söylediler, kimse alışamamış. Baş melekler aracılığıyla göklerden gelen kutsal bir karar ile ayrılmamıza hüküm giydirmiş tüm evren. Ya o, ya ben. Birimizden birinin kanatlarını kıracaklardı, düşecektik dünyaya. "Hayır" dedim. Sağ elimi onun kolundan çekip usulca yanağına yasladım. Aşk dolu sıcacık yanağını avcumda hissederken "Senin için bu iyiliği yapmama izin ver sevgilim, yapma. Bizim için yapacağım son bir fedakarlıkla, senin yerine beni düşürmelerine izin ver de kıyma o kanatlarına" diye yalvardım ona. Direniyordu o da tıpkı benim gibi kendini feda etmek için, aşkımız adına. "Birlikte yapalım öyleyse bir tanem, hem ayrı kalamayız birbirimizden biz cennet bahçem" dedim sonra. Dilinden evet sözü çıkamadı ama mutluluktan tebessüm ettiği esnada kısılan gözlerinden yaşlarını akıttığında anladım evet dediğini. O an elmas tacı düşüvermişti bile atmosfere. Bir bir kaybediyorduk tüm servetimizi. Gerçekleştirdiğimiz hayallerimizi, saraylarımızı, arından kanatlarımızı ve birbirimizi. Bize en samimi hislerle sevgi besleyen tüm diğer melek dostlarımız gözyaşları eşliğinde izlemekle yetiniyordu bizi, biz dünyaya düşerken. Derken, dağıldı teker teker bembeyaz kanatlarımızdaki tüyler semâya. El ele düşmeye başladık sonra. Onu da kıskandı efendiler. Eros'un bile vesile olamadığı türden bir aşkmış ikimizin arasındaki hisler. Mikâil'in fırtınası ile ayırıp, yıldırımlarıyla savurdular bizi birbirimizden. Birbirimizden gözle görülemeyen bir hızla uzaklaştırılırken gökte, son hatırlamak istediğim şey olan o güzel gözleriydi düşlerimde. Tüm evreni içinde barındıran o derin gözleri olsun istedim göreceğim son şey zihnimde. Yetmezmiş gibi farklı zamanlarda düştük bu gezegene. Bir yıl arayla... Senelerce savrulup durduğumu hatırlıyorum. Dile kolay tam bin bir yıl. Nihayet 2002 yılının 12 ekim gecesinde bir bebeğin alnına kondu sonra nurum. Senelerce uyanamadı özüm ve bu emanet bedende uykuda kaldım durdum. Bir yandan da kutsal nurum sayesinde çocuğun kendi ruhuyla özdeşleştim elimde olmayan bir dürtüyle. Seneler sonra yetenek dediler özümün varlığının ta kendisine. Bedeninde gizlendiğim insan olan E de aşık olup kaybetti zaman içinde sevdiğini. Terk edilmişti ama o, aşkı benimkisi gibi değildi. Gerçeklikten uzak, bir o kadar sahteydi. Kıyaslanamazdı bile bizimkisiyle. Yine de yalnızlığa hüküm giydirilmiş iki ruh olarak bir gece gözümüzü açtığımızda uyandık birlikte yeni bir güne. Gönüllerimiz özlem sayesinde bir olunca bir bütün oldum kendisiyle. Bir gibiydik artık tam olmasa da. Bazı geceler gözlerinde belirebiliyordum bile ona fark ettirmeden hatta. Zihninin bir köşesine kendi meleğimi kazıdım onun sonunda. Sibyl'ı hiç unutmayacaktım daha. Olur da onun da içinde gizlendiği bedene rastlarsak ve birbirimizi bulursak, ikimiz de bir bütün olacaktık içinde gizlendiğimiz bedenlerin sahip ruhlarıyla. Tek şansımız buydu Sibyl'ımla tekrar kavuşabilmek için milyarlarda bir de olsa. O güne kadar bu bedende iki ruh, bir öyleyiz, bir böyle. Terk edilişiyle melekvari huylarından şeytanımsı bir kişiliğe bürünmüş bir insan ve aşkı kıskanıldığından kanatları kırdırılıp göklerden düşürülen bir melek... Dengeyi bulduk bu bedende. Nurumla mühürlenen o bebek beden büyürken melek zerreciklerim resim, edebiyat, tutku ve melodi gibi beceriler yükledi zihnine. Tek dileğim, iki ruh bu bedendeyken şeytanın kazanmaması yine. Zira günden güne umutlarımı tüketiyorum sadece var olmaya devam ederken bile. Benden geriye kalacak olan tüm o beceriler kötüye kullanıldığı takdirde önüne geçilemeyecek bir katili oluşturacak zira. İnsanları zihninde öldürecek umarsızca. Tavırları birer hançer, asiliğiyse kibiri tetikleyecekti, son derece gaddarca. Hâlâ Mikâil'in bin yıl evvel bizi ayırmak için çaktığı şimşeklerin gürültüsünü bugün dahi kafamın içinde dindiremiyorum. Bu melek travmasıyla eninde sonunda şeytanın kazanacağını da biliyorum. Umuyorum ki o güne varmadan meleğim Sibyl bu bedeni bulup, tek bedende hapsolmuş melekle bu şeytanı bir edip, aşkın iradesiyle kanatlandırır tekrardan ikimizi. Görünmeyen, soyut bir çift kanatla tekrar severiz birbirimizi".

Trakyalı ÇiçeğiOnde as histórias ganham vida. Descobre agora