~ 𝑪̧𝒊𝒍𝒆𝒈̆𝒊𝒏 𝒕𝒂𝒅𝒊 ~

23 3 3
                                    

"Çileğin tadı çok acı geliyor bazen dilime. Sanki yediğim o tatlı meyveden değil de, küçük yeşil ekşi bir şeyi yiyorum gibi. Sorsan erik de diyemem. Acı veriyor kimi zaman azı dişlerimin aralarında iken. Tadı da hep damağımda nedense?"

-Neler söyler dilin yine Poyraz?
-Efendim, bana mı dedin?
-Burada senden başka Poyraz var mı? Hayır senden başka bir insan da yok ki seslenebileceğim.
-Ha, pardon. Bilmiyorum ya, söyleniyorum işte yine. Sen n'aptın?
-Boşver şimdi beni, Firuze'yle yemeğe çıkıyoruz bu akşam. Saat sekizde.
-Güzel. Yarın olunca anlat.
-Gidiyorum tamam, yarın görüşürüz. Müziği de kökleme öyle, ev sahibi kızıyor.

Of of, neyse. Aptal herif, ne söyleniyorsun diye yalandan diyalog başlatıp, öylece bir şey demeden gitmiyor mu bir de..? Neyse. Ne diyodurdum?
"Bir kez olsun da elmayı, armutu deneyeyim diyorum ama yok. Niyeyse çilekte tutuklu kaldım bu kez. Bir hazzı var kendine özel. Ayrı bir tutku. Çoğu zaman neşelendiriyor gönlümü, zevk duyuyorum onu tadarken. Ama az önce de mırıldandığım gibi niyeyse bir ekşi yanı da var işte bir süredir çözemediğim. Ve yine neyse diyerek bir şeyleri geçiştirme vakti. Sabah sekiz, akşam beş memur yaşantıma geri dönmem gerek."

Deri ceketi üzerinde ve evden ayrılmaya hazır vaziyetiyle nihayet terk etti evi Poyraz. Anahtarını şaşkınlıktan mutfak masasında unuttuğunun farkında olmadan inmeye başladı basamakları. Ellerini, ceketinin boş ceplerinde bir o yana, bir bu yana çevirirken fark etti evin anahtarının eksikliğini. Zarar ziyan küfürlerle terk ederek apartmanı, kulaklarında kulaklığıyla yürümeye başladı yüzlerce metre ötedeki iş binasına. İletişim merkezine attığı ilk adımda yine anahtarını düşünürken, bir anlık dalgınlığı ile döner kapıda bir hanımefendiye çarptı omzundan. Taşıdığı kahve fincanın yere düşmesiyle, ikisinin de ayakkabıları sırılsıklam oldu. Basit bir özür, bir tutam mahçupluk ve içinden edilen benzer küfürlerle masasının başına geçti dakikalar içinde. Hâyli düzenli masasının üzerinde yer alan nesnelerin birinde dahi tek bir toz tanesi görmek hiç mümkün değildi. Bilgisayarının güç tuşuna basıp açılmasını beklediği sırada, haki ince tişörtünün üzerinde sallanan metal kolyesini sağ avcunun içine aldı. Bu sırada fark etti yine çileğini.

"Merhaba. Yine erken gelmişsin işe, belli. Açıkça belli. Hâlâ fark etmedin üzerimdeki deri ceketi. Bir gündür seninkiyle aynı deri ceketi giydiğimi fark edip, yanıma yanaşman lazımdı. Ne garip bir denge ama? İletişimimiz hem o kadar samimi, hem o kadar uzaksın bana, detaylarımı fark etmeyecek kadar."

Masa sandalyesinde geri yaslanıp, sevdiği kadını, kız arkadaşlarıyla sohbet edişini izlemeye başladığı sırada açılan monitör ekranına dikkat kesilip doğruldu Poyraz. Yanı başından geçen, kimliği belirsiz onca silüetin varlığını yok sayarak ekrana gömüldü ve içten içe bir yandan da sevdiği kadını düşünmeye devam etti. Bir çoğu gibi işini yaparken aşkı unutanlardan değildi o. Saatler sonra işten çıkmak için yine aynı döner kapıya yürümeye başladı. Bindiği asansörde gün boyu dudaklarının arasından tek bir kelimeyi bile ona sarf etmeyen, öğle arasında ve kısa molalarda bile yanına ilişmeyen kadındaki ilgisizliği anlamaya çalışmakla meşguldü. Ding sesi ile dağılan düşünce yığınlarından kurtulduğuna sevinmeli miydi, yoksa daha da derine inmeli miydi? Karar veremeden kapılara yürümesini sürdürdü. Dışarıya attığı ilk adımda aklına gelen şey, anahtarının olmayışı ve eve nasıl gideceği şeklindeydi. Yine küfürler ve çeşitli hesaplamalar sonucu biraz dolanmayı düşündü sokaklarda. Cemil'i arayıp ondan, onun anahtarını istemeyi de düşünmüştü ama zaten bir iki saate eve dönmüş olur diye bu taslak düşünceyi bir kenara kaldırarak ara sokaklara kadar daldı. Cemil'in, Firuze ile yemeğe çıkacağını unutmuştu yine tüm o dalgınlıktan. İşine her türlü psikolojik engelde dahi odaklanabilen birisi olmasına rağmen, bu çilek mevzusu yüzünden sosyal hayatında sekmeler yaşıyordu. Son zamanlarda aylardır platonik biçimde aşık olduğu kadının aklından çıkmayışı ile resmen o sağlıklı bünyesinden b12'sini hiçe indirmişti. Oysa ki his beslediği kadın için kendisine çokça özen gösterip, tükettiği yiyeceklerin kalitesine dahi dikkat eden biri hâline gelmeyi başarabilmişti.
Böyle bir şeydi işte çilekteki ekşilik onun için. Gerekli her özenin ve ince işçiliğin gösterildiği şekilde büyütülen bir kaktüsün, susuzluğa üç ay kadar dayanabilmesine rağmen iki günde solması gibi. Çiçeği de olmaz mıydı ki ama kaktüsün? Ona sormak lazımdı bunu. Nihayet Cemil'in programını hatırlayıp, yine eve dönemeyeceğini anladığı saatte boş bir bankta, insanlarla dolu bir tabiat parkında oturur hâldeydi. Yine ve yine küfürler ve biraz sitem... Rahatsız etmek istemedi ev arkadaşını. Poyraz'lar, Leyla'larıyla mutlu olamasa da, Cemil'ler, Firuze'leriyle rahatsız edilmeden güzel bir akşam yemeği yemeli diye iç geçirip, oturduğu boş bankta iki kolunu da bankın üstüne atıp, geriye yaslandı.
Çalıştığı iş mecrasında da arkadaş sahibi olmayışı ilk kez canını sıkmıştı şimdi de. Yalnızdı zaten evet, fakat bu seferki yalnızlığında neden yalnız olduğunu düşünüp durduğundan dolayı biraz buhrana düşmüştü. Ofisteki yerinde, sağ yanındaki yirmidokuz yaşındaki Berzan, iyi, hoş çocuktu lakin Poyraz'ın kendisi açısından onda samimiyet kurmamasını istemesini tetikleyen şey, Berzan'ın fazla ayran gönüllü olmasıydı. Diğer yanındaki Aslı, üç aydır nişanlı, fikri zikri düzgün ama darmadağın bir çalışma ortamı olan, pasaklı denebilecek bir tipti. Poyraz tüm insanları sevmeye çalışan, ama içindeki insan sevgisini yine içinde yaşayıp, sevgisini belli etmeyen soğuk bir adamdı.

Trakyalı ÇiçeğiWhere stories live. Discover now