itlik ve serseriliğin altın kuralı; deri ceket. şaşmaz ve değiştirilemez o büyük kural.

arkamı döndüğüm gibi göz göze geldiğimizde yüzüme belli belirsiz bir sırıtış yerleşti. üzeri yine çıplak, elinde sigara ve dağılmış saçlar. enfes bir görüntü, doyumsuz bir arzu gibi.

ağır adımlarla pencerenin önüne geldiğimde dirseklerimi pervaza yaslayıp öne eğildim hafifçe.

"üşümek kitabında yok herhalde pencere güzeli?"

yan bir şekilde sırıtarak bir nefes daha çekti sigaradan. sonra yüzüme doğru bıraktı dumanını. güzel, onu ilk kez dudakları kıvrılmış bir şekilde görüyordum. şey gibiydi bu,

portrait of a young man, raphael.

"soğuk, canlı tutar." dedi boğuk sesle. "acıyı unutturmaz, dinç tutar."

ilk defa kavga etmeden konuşacak gibiydik, neden bilmiyordum. gözlerine bakmaya devam ederken kafamı salladım.

"soğuk sadece can sıkar Kim." dedim.

"hiçbir şey senin kadar sıkmıyor canımı inan bana." bunun ardından gülerek parmaklarımı ona uzattım. mesajı almış gibi içtiği sigarayı parmaklarım arasına verdi. az önce dudaklarının arasında olan izmariti dudaklarım arasına alıp derin bir nefes çektim.

"bunu duymak da sadece keyif verir." dedim aynı şekilde karşılık vererek.

"korkusuzluğun başına bela olacak jeon."

"güzel," dedim. "istediğim de bu zaten."

bitmek üzere olan sigarayı yeniden ona uzattığımda doğruldum.

"biraz daha belamı aramaya gidiyorum şimdi, belki sağlam çarlar çıkar da geceyi güzel geçiririm." dedim arkamı dönmeden önce. cevap vermedi. ben de yeniden konuşmaya gerek duymadım.

binanın önüne çıktığımda mahalle sessizdi. birkaç apartmandan gelen ışık haricî sokak lambaları vardı tek tük. adımlarım yavaş ve temkinli giderken ellerim cebimdeydi. garip bir his vardı içimde lâkin ne olduğuna dair de tek bir fikrim yoktu.

caddenin sonuna geldiğimde sağa döndüm. düşündüğüm gibi pizzacı açıktı. hoseok hyung ise elindeki sigarası ile telefondan bir şeylere bakıyordu dışarıda. ona doğru ilerlerken kafasını bana çevirdi.

"jeongguk, hoş geldin." dedi gülümseyerek. bu herifteki enerji asla bitmeyecekti.

"hoş buldum hyung da, sen gece gündüz çalışıyor musun burada?"

dışarıdaki masalardan birine oturduğumda o da karşımdaki sandalyeye oturdu.

"değişiyor, gündüz gelirsem gece olmuyorum. ama gece daha eğlenceli, tabii yoongi olmadığı müddetçe."

"yoongi kim?"

"şu içerideki telefonla konuşan herif var ya," dediğinde gösterdiği yere, bembeyaz tenine tezat simsiyah saçları olan ve her an sinirden patlayacak gibi duran adama çevirdim bakışlarımı. "kuzenim olur kendisi, buranın da sahibi. aynı zamanda taehyung'un yakın arkadaşı."

duyduğum isim keyfimi yerine getirirken gözlerimi hoseok hyunga çevirdim. "aranız mı bozuk?"

"yok, her işi bana yaptıran bir piç kendisi."

o konuşmaya devam ederken birden ani frenle bir araba yanaştı yanımıza. lastiklerin o yanık kokusu etrafı sararken yerimden sıçramıştım. kulaklarım çınlıyordu sesten. arabadan inen beş kişi ile hoseok hyung küfür mırıldandığında kaşlarımı çatıp ayaklandım. o sırada da yoongi hyung çıkmıştı dışarıya.

rascal | tkWhere stories live. Discover now