6.Bölüm

155 25 0
                                    




Vedat kahvesini tekli koltuğunun yanındaki pirinç işlemeli sehpaya bıraktı. Tüm duvarını kaplayan raflarına yürüdü, rafların bir bölümünde kitapları, bir bölümünde plakları diğer raflarda odasının süsü dediği bibloları. Kendine ait alan standart bir ailenin evi genişliğinde ve iki katlıydı. Ev içinde evi andıran odası kendine özel değildi. Erkek kardeşlerinin de odaları bu büyüklükteydi, annesinin özel isteği evlendiklerinde yine o evde yaşamalarıydı.

Raftan son zamanlarda dinlemek için delirdiği plağı aldı. Köşedeki pikaba yerleştirip çalıştırdı. Yerine geçmeden önce ışıkların bir kısmını kapattığında odada loşluğu oluşturan aydınlıkla huzurlu bir soluk aldı. Koltuğuna oturduğunda cızırtıların ardından yayılan müziğin sesiyle derin soluklandı. Odanın, bahçeyi alabildiğine görüş alanına sokan cam duvarlarından karanlığı izlemeye başladı. Kahvesinden bir yudum aldı, başını koltuğuna bıraktı. Aklından bir çift safir göz, güldüğünde öpmemek için direndiği kırmızı dudaklar gelip geçti.

"Fikrimin ince gülü..." Şarkıya eşlik ediyordu, Efşan'ı tanıdığı günden bu yana aklında başka bir şey yoktu. Fikrimin ince gülü... Kadının, ona eşsiz gelen güzelliği, tatlı gülüşü ve dik burnunu anmak onu gülümsetti. "O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni."

Ruhunun içinde dolanan bir kadın vardı, adı güllerle bezenmiş. Bir ses yankılanıyordu zihninde, avaz avaz bir çığlıkla. "Bir gün gelecek, hayatın gül bahçesine dönecek," diye mırıldandı. İnanmamakta ısrar etse de biliyordu, gerçekleşiyordu o sözler, gerçekleşenleri bir bir yaşamıştı. Şimdi gül bahçesine dönecek anları sabırla bekliyordu.

Tüm büyüyü bozan telefon sesiyle dertli bir soluk aldı. Hemen yanındaki sehpada duran telefonu aldığında arayanın bu saatte onu aramasının ciddi bir sebebi olmalıydı.

"Reis," dedi sesin sahibi. "Yenge nerede bilsen."

Yaslandığı yerden doğruldu. "Nerede?"

"Yalçın'ın Tuzla'daki mekânı. Bir gurupla geldi, kız erkek karışık bir gurup."

"O evden çıkarken neredeydiniz?" derken yerinden kalkmıştı.

"Evden arabasıyla çıktı takip ettik ama arkadaşlarıyla buluşup yine kendi aracıyla buraya geldi. İçeri gireli mi?"

"Girin, etrafını kollayın, geliyorum." Üzerini değiştirip pikabı kapattı. Siyah deri montunu üzerine geçirdi. Botlarını giyip telefonu cebine bıraktı. Silahını beline yerleştirdi. Seyit dedesinin sözlerini anımsadı. 'Hayatınızda bir kadın varsa hem en güzel anlara hem de o güzel anların cehenneme dönmesine hazır olun. Kadın bu, ele avuca sığmaz varlık, ne yapacağı belli olmaz.'

Başını sağa sola salladı, en huzurlu anlardan biri cehenneme doğru süzülüyordu. Evden ayrılırken kimseye denk gelmedi. Evin etrafındaki korumalarına işaret verdiğinde en yakın adamı yanında belirdi. "VİP'i al Yasin, Yalçın'ın Tuzla'daki yerine gidiyoruz."

Adamın ağzı aralandı, gözleri büyüdü. "Reis, ne işimiz var orada?"

"Yengene soracağız bunu, çabuk!"

Yasin başka soru sormadan koşar adımla gittiğinde Vedat yüzünü sıvazladı. Ele avuca sığmazdan fazlası vardı Efşan'da. Kadınlar ne yapardı? Delirmiş gibi alışveriş yapabilir, kartları dibine kadar boşaltabilir, farklı ülkelere gitmek için can atabilirdi veya gece kulüplerinin altını üstüne getirene kadar dans edebilirdi. Kahretsin! Efşan bunların hiçbirini yapmıyordu ama düşman safına giderek izinsiz dövüşlere katılıyordu. Düşünceleri arasında debelenirken önüne çekilen aracın açık kapsından içeri girdi. Sağ dizi sürekli hareket ediyordu, aklındaki olasılıklar bir bir gözünün önünden geçiyordu. İlk gidişi olmadığını düşündü, ama bu Vedat Çelebi'nin kadını olarak bilindiğinin üzerine son gidişi olacaktı.

Gül Sarmalı Where stories live. Discover now