Giriş

322 31 3
                                    




Giriş...

İstanbul Bayrampaşa Cezaevi...

Bir haftadır kaşınan parmaklarının kaşımak istediği tek bir kişi vardı. Aykan Karacadağlı... Bir haftadır beklediği ânın gelmesini yumruklarını sıkarak beklemişti. Kadere lanetler etmek istiyordu ama inanç tahtasına yakışmıyordu. İnandığı şeylerin başında alnına ne yazılmışsa insan onu yaşar felsefesi geliyordu. Bu yine de insan evlâdının kötü olması ve kötülük yapması gerektiği anlamına gelmiyordu. Erkeklerin kadınlara şiddet uygulamasına, tecavüz etmesine ve katletmesine olan öfkesinin önüne kimse geçemiyordu. Kadına zarar veren bir erkek gördüğünde tüm iyilik potansiyelini kaybediyor, içinden aç bir aslan çıkıyordu. Elinde kalanın etleri çürüyene kadar uğraşacağı, son nefesine kadar asla bırakmazdı.

Müdürün odasından çıkmıştı, gardiyanın önden yürümesini izliyor, peşi sıra takip ediyordu. Dar, karanlık ve rutubet kokan koridorları dolanmaya başlamışlardı. Koridorlar uzadıkça rutubet kokusu yükseliyor, duvarlar daha bakımsız görünüyordu. Gri renkteki eskimiş boya, soğuk demir kapılar karşılıyordu.

Ayağında siyah botları, siyah kot pantolonu ve siyah bir tişört vardı. Siyah deri ceketinin fermuarını açtı. Hızlı adımlarla yürüyordu, yanında Yasin ve Arif vardı. En iyi iki adamı. Öl dese ölecek bağımlılığa sahip bu iki adam, onun için her şeyi yapardı. Adımlarını kesmeden ceketini çıkartıp Yasin'e uzattığında avucuna kahverengi deriyle kaplı bir susta bıraktı Yasin, Vedat alıp arka cebine tıktı ve patronunun ceketini alıp koluna attı. Diğer yanındaki Arif siyah deri eldivenleri uzatınca alıp ellerine geçirdi. Önden giden ve her geçtikleri kapıların kilidini açan gardiyan onlara bakmıyordu. O gri ve rutubet kokan duvarlarda ne çok sırlar saklıydı. Sırları açığa çıkaran nefes alamazdı. Düzen bozulmamaya yemin etmiş bir zaman dilimiydi. Saat asla tersine dönmezdi, düzen asla bozulmazdı. Güçlüler her zaman gücünü parmakları ve iki dudakları arasında saklardı. Ama iyi ama kötü...

Ellerine taktığı eldiveni çekiştirdiğinde metal bir kapının önünde durdular. Kapının hemen yanında bir gardiyan daha vardı ve yere bakıyordu. İkinci gardiyanda diğer yöne geçip ayakuçlarına bakındı. Kapı koluna asılıp açtı Vedat. Aralayıp bedenini içeri soktu. Orada, masanın başında oturuyordu, kapıyı kapatıp önünde durdu.

Kapı açılır açılmaz onu gören Aykan'ın duruşu önce korkuyla gerilmiş daha sonra ümitsizlikle omuzları inmişti. Onca sene bir vicdan kırıntısı bile duymadan yaşamıştı ama son bir haftada yaptığına ölesiye pişmandı fakat artık o kadar geçti ki onu oradan ve bu adamın elinden ancak Allah alırdı.

Aykan'ın yüzüne baktı, odayı aydınlatan bir lamba vardı. Geçen bir haftada dağılmış olan suratı toparlanmıştı. Tüm o yaraları onun kadını yapmıştı. Efşan, Aykan'ın suratını dağıtırken, tüm bedenine izler ve acılar bırakırken onları zevkle izlemişti. Ablasının intikamını almak adına elinden geleni ardına bırakmıştı Efşan. Kendince de büyük bir başarıydı, ama biliyordu ki Efşan'ın kalbi asla soğumayacaktı.

Adımları onu masanın önüne kadar götürdü. Ellerini arkasında bağlamıştı. Buz mavisi gözleri hissiz, acımasızdı. "Baştan başlayalım," dedi ileri geri yürümeye başladı. "Nasıl karar verdin?"  Cevap gelmiyordu. Vedat bağırarak tekrar sordu. "Nasıl? Çok mu güzeldi? Benim olsun mu dedin?"

Aykan kumral saçlarını eliyle tarayıp sıktı. Dirseği masaya dayanmıştı, gözleri sıkı sıkıya yumuluydu. "Pişmanım!"

Vedat başını aşağı yukarı salladı, hâlâ yürümeye devam ediyordu. "Pişmansın, Gülperi yaşamıyor, bir kızın var ve nerede bilinmiyor. Anneleri öldü, babası öldürdü ve sonra kendini vurdu. Cengiz, Gülperi'yi öldürdü ve Efşan bir yetimhane de iki sene kaldı. Aileden geriye hiçbir şey kalmadı ve sen pişmansın, öyle mi?"

Gül Sarmalı Où les histoires vivent. Découvrez maintenant