27

165 14 9
                                    

Yorumlar ve daha çok yorumlar... 

Biz bunu hakediyoruz arkadaşlar... 

______________

Malikanenin ahşap merdivenlerinden çıkarken zaman zaman duraksayıp, apliklerden başka bir şey bulunmayan boş duvarlara bakmıştım. Deniz yeşili renk duvarlar ile yüzeyin yalnızca yarısına kadar geliyor, zeminin devamı gibi görünen alt kısmı ise koyu renk ahşap ile tamamlanıyordu. Aplikler, ilginç bir şekilde tüm bu ambiyansa aykırı bir gerçeklik sunuyor; üzerinde geyik kafası işlenmiş, eskitilmiş gibi görünen metal bir levhanın arkasından yanıyorlardı.

Eğer Vale, önden koşarak gitmiyor olsaydı, bunun anlamını sorabilirdim.

Sarmal merdivenin orta havuzundan aşağıya bakınca; girişe serili olan koyu lacivert, İran halısına gibi duran halıyı, daha rahat görüyordum.

Katlara geldiğini belli ederce, aplikteki hayvan figürleri değişiyordu. Giriş ve birinci kat boyu deniz yeşili ve geyik kafaları ile başlayan yol, 2. Katta usta bir geçişle kirli bir beyaz dönmüş ve kalkan benzeri bir format almıştı, 3. Kat ise keskin bir geçişle siyaha dönmüş koyu renk ilerleyen ahşap bile bir anda kararmıştı. Aplikler artık kupa şeklindeydi.

İkizler ile tanışmamış olsaydım, bu geçiş bana ürkütücü gelebilirdi. Şimdi ise daha çok, bir bilinmezin yeni denklem elemanı gibi geliyordu.

Eski victoria tarzı devam eden katlar, birden gotik vampir filmlerinin çekim setine dönünce, Vale'yi gözden kaybedecek derecede odaklanmış olduğumu fark ettim.

Ağırlıklı olarak her şey; siyah, koyu mor, keskin, kalabalık, deri ve kadifeydi. Çokça kadife.

Giriş salonu diyebileceğim bir açıklığa kavuşuyordu, hizmetçi merdivenlerinin sonu. Tam çaprazında asıl merdivenleri görebilirdiniz. Siyah ahşap üzerine serili halı, koyu mordu. Başladığı katı bilmiyorum ama 3. Katta tüm zemin koyu mor halılarla kaplıydı. Kimi etnik desenli, kimi sade, kimi üst üste binmiş, kimi siyah zeminde küçük kalmış. Sanki tüm evrenlerindeki mor halılardan oluşmuş bir kolaj gibiydi. Merdivenlerin sonunun açıldığı giriş salonun duvarlarını kaplayan tablolar, devasaydı. En ortada eskitilmiş altın sarısı bir çerçeve içinde duran tablo göz alıcıydı.

Tüm bu siyah ve koyuya inatmış gibi. Beyaz, açık gri, gri, kraliyet mavisi ve kırmızıdan ve tonlarından yapılmıştı. Bolca kırmızı.

Tabloda resmedilen ilk başta anlamsız gibi geliyor, soyut bir çalışmayı andırıyordu.

Tablo, büyülüydü. Şaşkınlıkta giriş salonunda devasa tabloya bir adım attım.

Açık gri bir zemin üzerinde, kırmızı bir at vardı, beyaz bir ışık sürüyordu. Dizginlerinden çekilmiş gibi şahlanan atın, ayaklarının altı kıpkırmızı kandı. Havada olan toynaklarından akışını görebilirdiniz. Kraliyet mavisi ise tonlanıp griye kavuşuyor. Gökyüzünü temsil ediyor gibi yalnızca kenarlardan başlıyordu.

Harika bir tabloydu. Harika bir eserdi. Görmesini bilen birisi için çok derindi. Eserin kıyısına köşesine baktım bir imza görmek için. Dikkatli bakılmazsa görülmez bir imza buldum. Kırmızı zeminde yalnızca 2 ton koyulaştırarak atılmış bir imza, 'bir güve'. Eserin tam köşesinde çizili bir güve vardı. Eğer bir şey aramıyor olsaydım, fark etmezdim.

Kafamı eserden zar zor ayırıp, salonun kalanına baktım. Temizdi. Kalabalıktı. Her yer kitaplar, kitaplıklar, tablolar ile doluydu. Köşede bir kuyruklu piyano vardı. Kullanılmıyor gibi kadife koyu yeşil bir örtü ile örtülmüştü.

Çok uzun olmayan bir koridor vardı. Koltukların arkasından başlıyordu.

Beş kapı saymıştım. Araları açıktı kapıların. Hepsi birebir aynı işleme gibi görünen siyah, ahşap kapılar.

NOUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin