2- Küflü Aşk

75 14 8
                                    

Hani demişler ya: Sabır taşı olsa çatlardı, ama  yürek bekler bilirsin. İşte öyle değil. O sabır taşı çatlamadı, o yürek beklemekten yorulmadı, o bilmedi. O hiçbir zaman onu beklediğimi bilmedi, bildirmedim çünkü, peşinden koşmadım. Neden mi? Çünkü bana gideceğini söylemedi, gittiğini söylemedi. Bana demedi Ben geleceğim, bekle beni tamam mı? Keşke deseydi. Keşke deseydi de ben onu hep mutlu bir şekilde bekleseydim.

Ne zaman gelmişti? Hep mi buradaydı? Kafamda deli sorular cidden...

Kucağımda ki bebeği babasına verdiğimde kaşlarımı çattım ve ters bir ifadeyle cevapladım onu:

“Hee cumhurbaşkanı geldi! Ne yapacaksın, olduğum yerden mi kovacaksın?!” Diye bağırdığımda etrafımda ki herkes kıkırdadı. İçimde ki yangını görseler yine gülerler miydi böyle?

“Şimdi öyle mi olduk Asel hanım?!” Merdivenlerden inip karşıma geldiğinde mavi gözlerimi açık kahverengi gözlerine diktim. Yüzü kemikliydi, küçükken kuru bir şey olan çocuk şimdi kocaman vücuduyla karşımda duruyordu.

“Ben demiştim ama hatırlarsan?” Tek kaşımı kaldırdığımda kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Herkes şuan bizi izliyordu, ama sadece ikimiz var gibiydik. Bir sahnedeydik sanki ve o sahnede ki tüm ışıklar ikimizin üzerindeydi.

“Ne demiştin?” Ciddi ciddi sorduğunda gözlerimi devirerek güldüm. İşaret parmağımı şakağına üst üste vurdum. Bu hareketim onun kaşlarının çatılmasına sebep oldu.

“Ne demiştim öyle mi? Zorla o küçük beynini Alparslan. Hatta dur ipucu vereyim,” Yüzümü yüzüne yakınlaştırdığımda surat ifadesi asla bozulmadan, gözlerini hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak istiyormuş gibi asla ayırmıyordu.

“Düğün günü, nikah masası. İyi hatırla tamam mı? Çünkü asla sana o gece orada ne dediğimi hatırlamadığın ve gelip bana söylemediğin sürece söylemeyeceğim.” Fısıldayarak dediğim şeyi sadece o duymuştu. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken sinir bozucu bir ifadeyle uzaklaştım. Arkamı dönüp kimseye bakmadan içeriye girdiğimde, uzun zamandır girmediğim odama girip kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp derin derin nefes alıp verirken gözlerim dolmuştu. Niye buradaydı? Giderken arkasında bıraktığını düşünmedi şimdi neden gelerek bencilliğini gösteriyordu ki bana?

Yüreğimde bir ağırlık vardı. Uzun zamandır vardı bu ağırlık fakat onu görünce iyice çöreklendi yüreğime.

Sağ elimi, kalbimin üzerine atıp derin derin nefes alıp vermeye devam ettim ve ağlamak istemediğim için bakışlarımı yukarıya diktim.

“Asel! Lan köpek geliysın haber vermiysın nerededur ha kuzenlik!” Öykü'nün sesini duyduğumda hızlıca toparlandım ve gözlerimde biriken yaşları silip gülümseyerek kapıyı açtım. Öykü, sarı saçlarını tepeden dağınık topuz yapmış, üzerinde ki beyaz küçük  küçük kalpler barındıran pijamasıyla ellerini beline yerleştirmiş bir şekilde karşımda duruyordu. Yeni uyandığı her halinden belliydi.

“Uyyy!! Yüzunizi gören cennetluk Asel hanim! Çekul bakayim ha şöyle kenera.” Beni ittirerek odaya girdiğinde güldüm. Kapıyı kapattığımda Öykü yatağıma yerleşmişti. Ayak ucuna oturduğumda tek gözünü kırptı.

“Hayirdur? Elun yüzun kipkirmuzi ağladun mi bakayim sen?” Oturduğu yerde dikleşip bana yaklaştığında kafamı iki yana salladım sadece.

“Yok ya ağlamadım, uzun zaman sonra gördüm ya sizi o yüzden şey oldu biraz...” Bakışlarımı kaçırdığımda Öykü elimi tutmuştu. Ellerimize baktıktan sonra mavi gözlerine baktım.

“Alparslanı gördün değil mi? Sakın hayır falan deme anlarım ben seni.” Dediğinde bakışlarımı yere indirip kafamı evet anlamında salladım. Öykü benim en yakın dostumdu. Kuzenim olsa da en yakınım oydu. Sürekli konuşurduk, beraber büyümüştük ve küçüklüğümden beri sakladığım sırrımı sadece Öykü bilirdi.

EFULİMWhere stories live. Discover now