1- Ege Mavisi

68 15 14
                                    

Ha bu akan dereler denizlere dolacak.
Söylesana güzelum sonumuz ne olacak.
Ha bu akan dereler denizlere dolacak.
Söylesana güzelum sonumuz ne olacak...

Şu hayatta bıkmayacağım iki şey vardı:

Birincisi karadeniz türküleri,

İkincisi horon.

Evet horon. Asla bırakmazdım, asla yorulmazdım. O horon bitmeden, çıkmazdım. Hatta sırf horon tepmek için yabancı birinin düğününe de gitmiştim. Kimse yadırgamazdı, seslerini çıkarmazdı.

Şimdi ise İstanbul'dan, okulumu bitirmiş bir şekilde memleketime, evime gidiyordum. Kulaklığımda çalan şarkıya kısık sesle eşlik ederken, eskiz defterime bir şeyler karalıyordum. Evet ben görsel sanatlar okumuştum, ne kadar ailem karşı çıksa da inadım inat, hayallerimin peşinden gittim.

Uçağın iniş yapacağını söyleyen pilot'un sesini duyduğumda, eskiz defterimi kapatıp sırt çantamın içine koydum. Heyecanlı mıydım? Fazlasıyla. Uzun zamandır görmemiştim bizimkileri, ablam sürekli arayıp duruyordu. O da İzmir'de yaşıyordu ama sonradan tekrar Rize'ye yerleşme kararı almışlardı. Küçük bir kız çocukları olmuştu. Korkut eniştem çok sevdiği için kızının ikinci adına benim adımı vermişti. Ablamla beraber aldıkları bir kararmış ama baya şaşırmıştım. Bunlar bu kadar çok mu seviyorlardı beni yahu?

Sonunda rahat bir iniş yaptığımızda eşyalarımı alıp uçaktan indim. Birkaç işlem hallettikten sonra yolcu bekleme alanında beni bekleyen kişiyi ya da kişileri aradı gözlerim. Gördüğüm kişiyle dudaklarıma bir tebessüm yerleştirmiş, valizimi sürükleye sürükleye elinde ki kağıtta Asel Ayhan yazan benden bir yaş büyük olan abim Murat'ın yanına hızlı adımlarla ilerledim.  Baya irileşmişti bu dana. Askerden yeni geldiği belliydi. Saçları hâlâ kısa, vücudu ise haddinden fazla büyüktü. Kahverengi gözleri beni görünce kısılmıştı. Yanına geldiğimde kollarını açmıştı. Açtığı kollarının arasına girdiğimde parmak uçlarında yükselerek boynuna sarıldım.

“Ula saa hiç mi bi şe yedirmeduler! Bu ne zayifliktur?!” Söylediği şeye gülerken sımsıkı sarmış kollarının arasından sıyrılmaya çalıştım. Sonunda ayrıldığımda valizimi kendisi almış, benim dinlene dinlene taşıdığım valizi, çok rahat bir şekilde koca adımlarla taşıyordu. Hayret kalmış bir şekilde arkasından bakarken koşar adımlarla yanına ilerledim.

Havalimanından ayrılmış, telefonda öve öve anlattığı arabasına binmiştik. Gerçekten de övülecek bir arabaydı Ford Ranger marka arabanın bagajına valizimi atmış, sonra da pikapın üzerini kapatıp tekrar arabaya binmişti. Arabayı çalıştırdığında motordan gelen sesi duyduğu an direksiyonu öptü. Suratımı buruşturup yandan yandan baktığımda bana "Ne bakaysın?!" Diyerek ters ters konuştuğunda gözlerimi devirdim.

“Güzel araba he! Böbreğini satsan alamazsın, nasıl aldın?” Yandan bir şekilde güldü.

“Kendi payimda olan çayluği sattum. Üzerune de bubam para ekledi, aldum. Ha bu fistuk için götumi bile siktirurum, oy benum asi kizum!” Kahkaha attığımda, Muratta güldü. Telefonu arabaya bağladığımda, Koliva Yüksek Dağlara Doğru açtığımda kafamı arabanın camına yaslamış, arkamızda bıraktığımız yüksek tepeleri izliyordum. Yeşil'i özlemiştim. Normal bir yeşil değildi bu yeşil. Karadeniz yeşiliydi. Bana hayat veren, bana huzur veren yeşildi bu. Kurban olduğum Karadeniz'imin mavisi de güzeldi yeşili de güzeldi. Film şeridinden geçen bir anı beynimde canlandı:

Küçük Asel, yine üst dairelerinde oturan Alparslanların evindeydi. Bugün Asel'in ablası ve Alparslan'ın abisi sözleniyordu. Alparslanlar yeni taşınmıştı Rizeye. Taşındıkları gün üzerinden 1 ay geçmişti ve o 1 ay Asel yüzünden çok can sıkıcı geçmişti. Asel yine Alparslan'ın dizinin üzerine yatmış ve saçlarını zorla sevdiriyordu. Pek de zorla sayılmazdı aslında. Küçük kızın saçları o kadar yumuşaktı ki Alparslan içten içe çok hoşlanıyordu bu durumdan. Yine parmakları kızın saçlarındayken, televizyonda ki çizgi filmi izliyordu Alparslan. Asel ise çocuğun suratını...

“Alparslan,” Çocuk gözlerini televizyondan ayırmadan cevapladı Asel'i.

“Ha benim bu gözlerum hangi renktur sence?” Dediğinde Alparslan yine gözlerini televizyondan ayırmadan cevapladı Asel'i.

“Mavi renk.” Gülümsedi Asel. Mavi olduğunu biliyordu ama yine de onun ağızından duymak istiyordu.

“Ne mavisi? Nerenun mavisi? Güzel bir mavi mi?” Art arda soruları yöneltirken Alparslan ofladı. Kafasını eğerek kızın maviş maviş bakan gözlerine baktı önce. Ege mavisi diye geçirdi içinden Alparslan. Karadeniz değildi, Ege mavisiydi.

“Ege mavisi.” Dediğinde hâlâ kızın saçlarını okşuyordu. Kaşlarını çattı Asel. Ege mavisi de neydi?

“Ege mavisi de nedu da?!” Küçük kızın normalden farklı olan Rize ağızına gülmüştü Alparslan.

“İzmir, Ege bölgesinde olduğu için, gözlerin de bizim oraların mavisine benziyor.” Kaşlarını duyduğu bilgiyle kaşlarını kaldırdı Asel. Yani ben Karadenizliysem, o da Egeliydi öyle mi? Diye geçirdi içinden küçük kız.

“Ama ben Karadenizliyum? Olayi mi ki öyle?” Gözlerini kırpıştırarak sorduğu soruya Alparslan gülümseyerek kafasını salladı. Gözüne tatlı gözüktüğü nadir anlardan biriydi. Asel ise bakışlarını kaçırıp televizyonda oynayan çizgi filme çevirdi. Garip hissetmişti. Mutlu mu olmuştu, şaşırmış mıydı anlamamıştı.

Alparslan ise küçük kızın saçlarını okşayarak uykuya dalmış, Asel ise saçları okşandığı için uykuya dalmıştı.

Araba durduğunda kendime gelmiş gibi kafamı camdan çektim ve yan koltuğuma baktım. Abim arabadan inmek için emniyet kemerini çıkardı ve arabadan indi. Ben de kemerimi çözüp indiğimde uzun zamandır görmediğim ve hasretinden yanıp tutuştuğum evime baktım. Büyüdüğüm, anılarla dolu olan ev. 4 katlı olan binanın dışı taşlarla döşenmişti. Üst katımıza Korkut abim ve ablam taşınmışlardı.

Kapıda beni görünce sevinç çığlığı atan annemi görünce koşar adımlarla yanına gittim ve beline sarıldım. Benden kısa olan annem sıkı sıkı bana sarılınca olduğumuz yerde bi sağa bi sola sallanıp duruyorduk.

“Oy benum maviş kizum! Hoş celdun evune birenses kizum!” Yanağıma sesli bir öpücük kondurduğunda geri çekildim. Annemin de gözleri benim gözlerimle aynı renkti. Hatta ben annemin diğer kopyası falandım. Kapının orda dolmuş gözlerle beni izleyen babamı görünce dudağımı büzdüm ve koşarak babamın beline sarıldım. Hep böyle duygusaldı bu adam ama bir o kadar da asi. Görüntülü konuşurken arada böyle gözleri dolardı sonra ben görmeyeyim diye telefonu birden suratıma kapatırdı. Saçlarıma öpücük konduran babama aşağıdan bir şekilde baktım ve gülümsedim.

“Asi kizum benum, hoş celmişsun evune.” Saçlarımı okşadığında tekrar kafamı göğsüne sakladım. Yukarıdan pata küte inen ablamı gördüğümde babamdan gülerek ayrıldım ve birden üzerime atlayan ablamla birlikte olduğum yerde sendeledim.

“Hoş geldin zilli! Çok özledim kız seni, sensiz çok sıkıcı valla buralar!” Benden ayrıldığında yanağıma bir öpücük kondurdu.

“Göriy misun renk celdu aha şu dağa taşa! Ben celdum diye yani!” Birden kendi dilimde konuştuğumda herkes gülmüştü. Korkut eniştem kucağında Azra Asel ile geldiğinde ablamı kenara ittim ve hemen benim küçük adaşımı kucağıma alıp hoplata hoplata, öpe öpe, ısıra ısıra sevdim. Küçük bebek saçlarıma asıldığında ağzımdan küçük bir çığlık koptu ve poposuna küçük bir sille çaktım zillinin.

“Ne bu bağırış gören de cumhurbaşkanı geldi sanacak?” Merdivenlerde duyduğum sesle bakışlarım oraya kaydı. Gördüğüm kişiyle kaşlarım çatılmıştı. Ne kadar sert bir ifade takınsam da kalbimde yıllardır bitmeyen özlem, kalbimi tekletmişti. Bu kişi Alparslandı. Onun burada ne işi vardı?


Umarım beğenirsiniz sizi seviyorum! 🤍 Oy ve yorum yapmayı sakkkın unutmayıınn!!;

EFULİMWhere stories live. Discover now