Bölüm 11

46 0 0
                                    

Bütün gün Tim'le karşılaşmama umuduyla gözlerim onu aramıştım. Bugün ortak dersimiz yoktu ve benim son ders saatim de bitmişti. Okuldan bir an önce çıkmak için aceleyle eşyalarımı topladım. Zamanla dünkü fiyaskonun üzerimde yarattığı etki azalıyordu. Ayrıca bir an önce o aptal doktor randevusuna gitmek istiyordum. Koşar adım merdivenlere gitmek için köşeyi döndüm ki... Birine çarptım. Evet, Tim! Yine oradaydı.

"Hey Kira, buradasın!"

Kendimi duvara yasladım çünkü neredeyse ona dokunacaktım. Tim de tam karşımda durarak, merdivenin korkuluğuna yaslandı. Beni gördüğüne sevindiği, samimi bir şekilde yüzünden okunuyordu. Gözlerinin içindeki noktalar yine parlıyordu. Dün için özür dilemek istiyordum. Bu an için aklımda birkaç bahane hazırlamıştım ama karşımda öylece dururken her şey aklımdan uçup gitmişti.

"Dün için özür dilerim gerçekten, babanla seni bağdaştırmam ya da onun hakkında sana o şekilde konuşmam tamamen benim aptallığımdı," dedi.

Tim BENDEN özür mü dilemişti? Afallamıştım. Yüzüne öylece bakıyor ve hâlâ tek kelime edemiyordum. Devam etti: "Bana bu konu hakkındaki çıkışında tamamen haklıydın. Ama ben buna rağmen hata yaptım ve konuyu konuşmaya devam ettim. Ve seni zorladım." Yüzünden pişmanlık ve vicdan azabı okunuyordu. Ayrıca sesi de bunu destekleyecek biçimde kısık çıkıyordu. Aman Tanrım! Bunları gerçekten içtenlikle söylüyordu, Benimle İyi geçinmek bir şekilde onun için önemliydi. Belki de gerçekten benimle dost olmak istiyordu. Her zamanki gibi... Ama bu Barbie bebek Beate sorununu çözmeye gerçekten hiç yardımcı olmuyordu. Luisa'nın da emin olduğu gibi, belki de onunla aralarında hiçbir şey yoktu. Ama bunu kesin olarak öğrenmeliydim. Asıl problemimi anlamasını nasıl sağlayabilirdim? Bunun için tek yol olarak, bütün içimi dışarı dökmeliydim ama bu sözkonusu bile olamazdı.

"Problem değil. Şimdi doktora gitmeliyim," diyerek konuyu kapattım. Kendimi duvardan çektim ama hâlâ biraz gergindim. Tim rahatlamış görünüyordu ve bir şeyler daha söylemek istiyordu. Ben ise onu orada öylece bıraktım ve merdivenlerden inerek hastanenin yolunu tuttum.

Doktor Neuhaus hem uzun hem geniş, kocaman bir adamdı. Muayene yaptığı odaya girdi ve beni derin bakışlarla, sanki gözleriyle röntgen çekebiliyormuşçasına süzdü.

"Oturun lütfen Bayan Wende!" Odada duran bir sandalyeyi gösteriyordu. Ben sandalyeye yönelirken, o da çantasından ışıklı bir alet çıkartıyordu. Ayağa kalkıp önümde durdu ve önce elindeki aletle gözlerime baktı. Sonra da içini çekti. Sonra birken, sanki benden bir açıklama bekliyormuş gibi delici bakışlarla yüzüme baktı.

"Çocuklar, çocuklar... Neden bu şekilde hayatınızı mahvettiğinizin farkına varamıyorsunuz?"

Soru sorarcasına bakıyordum. Kurduğu cümleden hiçbir şey anlamamıştım. Omuzlarını kaldırdı ve steril bir paketten şırınga çıkarmaya uğraştı.

"Bayan Wende, beni kandıramazsınız. Açıkça yüzünüzden de okunuyor. Ne olduğunu bilmesem de bir uyuşturucu almışsınız. Şu anda uyuşturucu etkisinde değilsiniz ama buna rağmen gözleriniz ve gözbebekleriniz ışığa tepki vermiyor. Ve bu endişe verici bir durum.

"Uyuşturucu mu?" Yüksek bir yerden yere çakılmış gibi hissediyordum. Doktorun bu tarz bir tanı koyacağı aklımın ucundan bile geçmemişti." Uyuşturucu kullanmadım, kullanmıyorum da!" İtiraz etmeye başladım.

Doktor tekrar iç çekti ve kollarımı yukarı kaldırmamı söyledi. Sonra da koluma kan alma lastiği bağladı. "İnkar etmek yardımcı olmayacak. Kan testi ile her şey ortaya çıkar. ve ne yazık ki on sekiz yaşında değilsiniz. Bu nedenle ailenize haber vermek zorundayım."

Elementler Akademisi: Gökyüzünün derinliğiWhere stories live. Discover now