Bölüm 5

30 0 0
                                    

Giderek yükselen homurtulara uyandım. Sesin odanın öbür ucundaki mutfaktan, babamın başında durduğu kahve makinesinden yükseldiğini anlamam için biraz süre geçmişti. Sabahın erken saatleriydi. Dün gece üzerimden araba geçmiş gibi hissediyordum. Annem de başımda durmuş, nasıl olduğumu soruyordu.

"İyiyim.” Yanımdaki koltukta duran laptopu fark edince derinden bir iç geçirdi. "Kira, lütfen gece yine internette arkadaşlarınla konuştuğunu söyleme.”

"Hayır, sadece bugün herhangi bir ders değişikliği olmuş mu diye ders programıma baktım.”

"Belki Doktor Pötsch'ü yine de..."

"Kendimi harika hissediyorum ve okula gitmeliyim. Bu sene son senem biliyorsun.

Babam kahvaltının başlamak üzere olduğuna dair bir işaret verircesine, sandalyesini gürültülü bir şekilde yeşil cilasız mermerden yapılmış yemek masasına çekti. Bu bir nevi kahvaltıya davetti. Kendime bir bardak kahve aldım ve masaya oturdum. Bir kruvasan almak için ekmek sepetine uzandığımda babam bir anda konuşmaya, hem de hiçbir uyarı yapmadan, rüyalarıma giren adamdan bahsetmeye başladı: "Tim Hoffmann denen çocuğun senin okulunda olma ihtimali var mı?"

O an şaşkınlıkla, elimi ekmek sepetinin üzerinden hızlıca geri çektim ve panikle dirseğimle kahve fincanına çarptım. Yaptığımı düzeltmek için yine acele bir hareketle kahve fincanını kaldırmaya çalışsam da kahvenin yarısı çoktan masaya dökülmüştü. Üstelik nasıl şiddetle çarptıysam, kahve cappuccino renkli duvarlara bile sıçramıştı. Delia'nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde, En azından renkleri uyumlu diye aklımdan geçiriyordum.

"Çocuk mu? O, on sekiz yaşında,” diye kekeledim. Böyle bir durumda bile hâlâ Tim'i savunmaya ya da korumaya çalışmam beni de şaşırtmıştı.

"Birbirinizi tanıyorsunuz o zaman...” Delia araya girdi.

"Tanımak... Bu biraz abartılı olur. Son senesini bizim okulda okuyacak ve onu ilk defa birkaç gün önce gördüm.”

"On sekiz yaşında bile olsa, yine de yetişkin sayılmaz. Hele bir basın toplantısına parmak arası terlikler ve kot şortla geliyorsa hiç sayılmaz!" dedi Gregor ve ekmeğini sinirle ısırdı. Çiğnerken sorgusuna devam etti. "Yani onun oraya geleceğini bilmiyordun?”

Başımı hızlıca hayır anlamında salladım. "Hayır, hem de hiç.. Ama onu nasıl bu kadar çabuk buldun?” diye sordum.

Gregor sırıttı. "Bu zamanda bu gibi şeyler pek problem olmuyor." Dişinin arasında kalan sosis parçasını çıkarıp tabağına koydu. "Yine de dün ondan hiç bahsetmemen beni şaşırttı,”

Omuzlarımı silktim. "Onun önenıli olduğunu düşünmedim."

Gregor soruyu hiç sormamış gibi yapmaya çalışarak hafifçe öksürdü ve devam etti, "Tabii ki önemli değil. Yanında herhangi bir gazeteci yoktu. Eğer olsaydı, onu içeri almazdık. Şimdi firmanın doğru çalışıp çalışmadığını sorguluyorlar ve gazetelerin sorularını yanıtlamak gerekiyor.

Gerçekten komik... O çaylağa böyle şeylere burnunu sokmamasını ve en iyisi, ev ödevlerini yapması gerektiğini iletir misin?"

Başımı salladım. Gregor peçeteyle ağzının kenarını sildi. Ayağa kalkıp Delia'ya üstünkörü bir öpücük verdi ve kapıdan çıktı.

Dün öyle görünmese de, Tim onu sorularıyla terletmiş ve sinirini bozmuş olmalıydı.

Aynı zamanda Grcgor'a kızmıştım. Sırf Tim ile bir haftadan kısa bir süredir aynı okula gidiyoruz diye onun yaptıklarından ben sorumluymuŞum gibi davranması gereksizdi. Hızlıca tabağımdakileri bitirip kalktım ve tabakları Delia sorguya başlamadan önce bulaşık makinesine yerleştirdim. Bu hareketim hoşuna gitse de yine de konuşmaya başladı: "Sanki bu Tim ile ilgili bir şeyler...” Delia, beni en sevdiği konular olan kızının aşk ve ilişki hayatına çekmeden önce hızlıca ben başlamalıydım. Bunu yüzünde görmüştüm:

"Evet... Son derece yakışıklı, hatta o kadar ki herkes ona âşık oluyor ve onu o kadar şişiriyorlar ki, katlanılacak gibi değil!" Konuşmayı mümkün olduğunca kısa kestim ve okulun yolunu tuttum.

Bütün kimya dersi boyunca Tim'in, benim bulunduğum tarafa baktığını hissettim. Luisa ile ortadaki sıralardan birinde oturuyordum. O ise duvar kenarındaki sırada, duvara yaslanmıştı. Derse yeterince konsantre olamıyordum, ama yavaş yavaş benim kim olduğumu bildiğine emin oluyordum. Ya beni resepsiyonda Gregor ile beraber gormüştü ya da kim olduğumu tahmin ediyordu. Bana baktığını hissettikçe kulaklarım yanıyordu. Dersin sonunda artık dayanamıyordum. Sanki biri beni elektrik kablosuyla bağlamış ve voltajı sürekli yükseltiyormuş gibiydi. Ona baktığımda ise başını çeviriyordu. Belki de böyle davranıyordu çünkü ben Gregor Wende'nin kızıydım ve kapitalistler onu hiç sevmezdi. Aksi halde bu tepkisi anlam verilecek gibi değildi.

Ders bitmişti. Öğretmen kesinlikle anlamadığım bir ev ödevi vermişti. Tim ile konuşmalı ve ona hesap sorup babama bilgi vermeliydim. Babamı rahat bırakmalıydı ve tabii ki her şeyden önce beni...

Bir kez daha ona doğru baktım ama yerinde yoktu. Hemen hazırlanıp çıkmak istedim ama kalemliğimi kapatmaya çalışırken sıkıştı. Artık gerçekten dolmuştum. Tam ihtiyaç duyduğum anda ders bitti ve aceleyle toparlanıp çıktım. Tim, büyük kapının orada durmuş motosikletinin anahtarını cebinden çıkartıyordu. Etrafta kimse görünmüyordu. On iki yıldır okulda yapmadığım bir şey yapıp ona doğru -sanki yarışa başlama işareti verilmiş gibi- hızla atıldım. Beni gördüğünde ağzını açıp bir şeyler söylemek istedi ama izin vermedim. Olabildiğince sesli konuşuyordum: "Bana baksana! Senin şu salak diş macunu reklamı gibi gülüşün beni acayip sinir ediyor. On sekiz yaşında başkalarının pisliğini ortaya çıkarabileceğini, başkalarıyla uğraşabileceğini ve babama kafa tutabileceğini mi zannediyorsun? Onun kadar parası olan birinin mutlaka kirli işlere bulaşmış uğraşmış olması gerekir, aksi mümkün değil, değil mi? Beni çok sinir ediyorsun. Öyle salak ve yüzeyselsin ki... Tam olarak aklını kaçırmışsın, çocukları anne babalarından dolayı yargılamak kadar aptalca bir şey yok. Bu yüzden lütfen benim durumumda bunu yapma, anladın mı?! Bence bırak bu işleri, anlıyor musun?

Sesim gittikçe yükseliyordu. Maalesef ki yine de çok cılızdı. Sanki bir fare aslan olmaya çalışıyordu. Nasıl bir rezaletti! Tim, bana şimdiye kadar hiç bakmadığı şekilde bakıyordu. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve onun karşı saldırısını beklemeye koyuldum. Ama sadece güldü ve rahatlatıcı biçimde kollarını açarak yalnızca Atropa ve Luisa'nın kullandığı takma adımla hitap etti. Ne büyük arsızlık!

"Hey Kiri... yani Kira demek istedim..."

Doğru kelimeleri arıyordu ve istifini bozmadan, aptalca sırıtmaya devam ediyordu. O anda topraktan gelen ısının önce ayaklarıma, sonra bacaklarıma ve en son beynime vurduğunu fark ettim.

Tim'in sesi sürekli yükselen bir uğultuya dönüşmüştü. son anladığım kelimeleri: "...sana kadar, bu fikre asla inanmazdım. Sen mükemmelsin.. "olmuştu. sonra da ağzını sessiz bir şekilde oynatmaya devam etimişti. Tim büyüdükçe büyüyor gibi görünüyordu. Ama o sırada gerçekten olan şey yere düşüyor oluşumdu. Sıcaklık başımı sarmış ve gözlerimin kapanmasına neden olmuştu.

Elementler Akademisi: Gökyüzünün derinliğiWhere stories live. Discover now