VIII

334 37 123
                                    

Gözlerimi tekrar açtığımda sıcak biryerdeydim. Hava kararmaya başlamıştı. Beynimi ezen o düşünce fırtınası kaybolmuştu. Kollarım sargılıydı ve kanamam durmuştu.

Yavaşça doğrulmaya çalıştım. Yine Y/N'in koltuğundaydım ve üstüme örtülmüş güzel kokan bir battaniye vardı. Beni kurtarmıştı...

Neler olmuştu en son..?
Krize mi girmiştim?

Başım ağrıyordu ve acıkmıştım...

Olanları düşünürken Y/N odaya girdi.

"Kazuha, Uyanmışsın..."
Gülümsedi, gülümsemesi çok hoştu.

Bir şey söylemeden ona baktım, minnettardım. Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama bir şekilde beni her seferinde çekip çıkarmayı başarıyordu o karanlıktan. Teşekkür etmek istedim ama yapamadım. Sürekli içine hapsolduğum o karanlıktan bahsedersem benden korkardı, kim korkmamıştı ki bugüne kadar?
Doğru, biri daha vardı. Tomo. Beni yaşamaya ikna ettiği şu hayattan Mio'yu da arkada bırakıp göçüp gitmişti.

En azından y/n'i yanımda tutmak istedim. Şu hatalarından ders çıkarma olayını hiç yapamadım şimdiye kadar. Belki de bu ilk sefer olurdu, y/n'e bir şey söylemeyecektim.

"Hâlâ uykun var sanırım, neden öyle bakıyorsun?"

Kıkırdayışıyla düşüncelerimden ayıldım ve ben de ona gülümsedim.
Yanıma oturdu ve ellerimden birini tuttu.

"Daha iyisin, değil mi?"

"İyiyim... Biraz başım ağrıyor sadece..."

Eliyle yüzüme uzanıp görüşümü kapatan bir tutam saçımı geriye attı, gülümsedim.

"Aç mısın peki? Sana yemek hazırladım."

Benim için böyle şeyler yapması fazlasıyla hoşuma gidiyordu açıkçası, bu odaya da alışmıştım. Ama yine de bir an evvel iyileşip kendi başımın çaresine bakmak istiyordum çünkü mahçup hissediyordum.

Başımı salladım, evet acıkmıştım.

"Bekle getireyim..."

Hemen kalkıp mutfağa gitti ve elinde bir tabak somon ile geri döndü.
İtiraf etmeliyim, mükemmel pişiriyordu. Bir bedene nasıl bu kadar özellik sığabiliyordu ki? Eğer y/n, tanrının kazara bir şeyleri aşırı katarak yarattığı bir varlık değilse ben yaşamayı hak etmiyordum. Madem bir insana bu kadar şey sıkıştırılabiliyordu, neden ben içi boş yaratıldım? Gökte bir tanrı veya her kim varsa, oradaki kutsal varlığı anlamakta güçlük çekiyordum.

Yeniden yanıma oturdu ve bana kendi elleriyle yedirmeye başladı.
Gözleri sevimliydi. Yavaşça inip kalkan göz kapakları ona masum bir ifade veriyordu ve kirpikleri çok hafif görünüyordu. Bakışını çevirdiğinde ise yavaşça titreyen irisleri parlıyordu.
Burnu da sevimliydi, yüzünde çok kibar görünüyordu. Ama insanların binlerce para ödeyip yaptırdığı burunlara benzemiyordu onun burnu. Hatta o 'mükemmel' burunlarla baya alakasızdı, yine de çok güzel görünüyordu.
Sonra burnunun altında dudakları vardı. Dudakları genelde hep ifadesizdi ama bana gülümsediğinde çok güzel duruyorlardı. Ve her konuştuğunda dudakları birbirlerine çarpıyordu. Galiba söylemesini en sevdiğim şey... kendi ismim olabilirdi, evet. En çok adımı söylemesini seviyordum.
Saygı için genelde bana soyadımla hitap ediyordu ama arada ismimi kullandığı da oluyordu.

İsmimdeki ilk "ka" sesini çıkarırken kalkan üst dudağı sonra gelen "zu" yu söylerken geri küçülüyordu.

Evet, tıpkı şimdi yaptığı gibi...
Tekrar yapıyor...
Tekrar...
hehe...

Kırmızının altındaki beyaz yumak - Kazuha x Reader Donde viven las historias. Descúbrelo ahora