05

26 4 0
                                    

[Dikkat! Fiziksel ve Psikolojik İstismar İçerir!]

Jihoon duvarın kenarında oturmuş, kollarını, kendine çektiği dizlerinin etrafına sarmıştı. Odanın içi zifiri karanlıktı ama uzun süre karanlıkta kalan Jihoon hiçbir sıkıntı çekmeden odanın içini görebiliyordu.

Odanın tavana yakın ufak bir camı vardı, onun dışında içeri gün ışığı girmesini sağlayan hiçbir şey yoktu. O cam da kısa süre önce kalın siyah bir perde ile kapatılmıştı. Küçük dikdörtgen cam üzerine kat kat perde tutturulmuştu.

Odada hiçbir eşya yoktu. Yerde birkaç kırık cam vardı ve Jihoon'un sol tarafında yere fırlatılmış çatlak bir tabak vardı.

"Sakin ol, sakin ol, sakin ol, sakin ol..."

Jihoon durmadan mırıldanıyor, bir ileri bir geri sallanıyordu. Ellerini saçlarına bastırdı ve saçlarını koparacak kadar şiddetle çekti.

"Sakin ol, sakin ol."

Duyduğu anahtar sesi ile mırıldanmayı bıraktı Jihoon. Etraftaki seslere daha çok duyarlı olmuştu son iki ay süresince. Onun geldiğini biliyordu.

Dudaklarını ısırdı, sakinleşmek için yaptığı bu eylem dudaklarını kanattı. Ama umursamadı. Dudakları zaten yara doluydu.

Yaklaşan adım sesleri ile zaten bitişik durduğu duvara daha da sinmeye çalıştı.
Ses çıkarmamaya özen göstererek içinden dua etti. Tanrıya yalvardı. Her gün yaptığı gibi bugün de Tanrı onun dualarını duymazdan geldi.

Odanın açılan kapısından içeri giren ışık süzmeleri odanın içini biraz aydınlattı. Uzun süredir ışık görmeyen Jihoon gözlerini kısmak zorunda kaldı.

Yalpalayarak içeri giren adam odanın içine doğru birkaç adım atıp Jihoon'un önünde durdu. Jihoon kafasını kaldırmak istemedi.

Lütfen, lütfen bu sefer hızlı bir şekilde bitsin.

"Sen, senin yüzünden. Eğer, eğer düzgün olsaydın. İşe yaramaz olmasaydın."

Sarhoş olduğu için doğru düzgün konuşamayan adam söylediği şeyleri düşünmeden konuşmaya devam etti.

" Eğer düzgün olsaydın, annen, annen. Hayır. Sen kusurlusun."

Jihoon en çok bundan nefret ediyordu.

"Sen kusurlusun."

Adam bir adım daha yaklaştı ve Jihoon'un ayak parmaklarının ucunda durdu. Jihoon yavaşça kafasını dizlerinden uzaklaştırdı.

Adamın siyah ayakkabılarını gördü. Kısa süre sonra gördüğü ayakkabılar sert bir şekilde vücuduna çarpmıştı. Adam yoldaki bir taşı tekmeler gibi Jihoon'u gelişi güzel tekmeledi.

" Kalkıp bana karşı koymuyorsun bile. Erkek olmadığın için gücün bile yok. Senin gibi bir evlat hak etmek için ne yaptım?"

Jihoon'u tekmelemeye devam ederken kelimeleri yayarak konuşmaya devam etti adam. Attığı her tekme sonrası yalpalıyor ve dengesini tekrar kurar kurmaz tekme atmaya devam ediyordu.

Sakin ol. Birazdan bitecek. Söylediklerini umursama. Acımıyor. Hayır acımıyor.

Jihoon içinden durmadan aynı şeyleri tekrar edip durdu. Zaman algısını kaybedeli bir süre olmuştu. Ne kadar süredir buna katlandığını bilmiyordu ama sanki yıllardır buradaymış gibi hissediyordu.

Umudunu kaybedeli çok uzun zaman olmuştu. İçinde bulunduğu durum için herkesi suçlamıştı, en çokta kendini.

Bu kadar süre ortalarda olmamasına rağmen onu merak etmeyen annesini, arkadaşlarını suçlamıştı.

Niye kimse nerede olduğumu merak etmiyor?

İlk başta masum bir soru olan bu düşünce zaman geçtikçe Jihoon'un zihnini kemirmeye başlayan bir sıçana dönüşmüş ve en sonunda Jihoon'un beyninin içine yerleşmişti.

Kimse beni sevmiyor. Yalnızım. Yalnızım. Yalnızım. Kimsenin umrunda değilim. Kimse için değerli değilim. Neden beni kimse sevmiyor? Sevilmek için ne yapmam gerekiyor? Cheol'u sevdiğim için mi? O yüzden mi arkadaşlarım beni sevmiyor?

Sürekli içinden tekrar ettiği bu sözcükler zamanla soru olmaktan çıkıp kendini aşağılayan bir varlığa dönüşmüştü.

Adam en sonunda tekme atmayı bıraktı ve birkaç adım geri çekildi. Nefes nefese kalmıştı.

" Kusurlu yaratık."

Adam iğrenir bir şekilde konuştu ve daha sonrasında Jihoon'un üzerine tükürdü.

Jihoon teninde hissettiği ıslaklık ile daha çok titremeye başladı.

Adam yalpalayarak odadan çıktı, dövdüğü kişinin kendi oğlu olduğunu unutan adam kapıyı kitlemeyi unutmadı.

Jihoon'un tüm bedeni sızlıyordu. Jihoon tekrar karanlığa tek başına terk edilmişti.

Bugün kısa sürdü.

--

Jihoon, sevindiği şeye inanamadı. Uyuya kalana kadar saatlerce durmadan sallanmaya devam etti.

Aniden kalktı Jihoon. Nefes alma düzeni bozulmuştu, kalbi çok hızlı çarpıyordu. Elini kalbinin üstüne götürdü. Eli ile tişörtünü sıktı ve kendini öne eğdi.

Bir süre aynı şekilde durduktan sonra nefes alış verişi düzene girdi. Sonunda sakinleşen Jihoon nerede olduğunu fark etti. Annesinin evindeydi.

Kendini tekrardan yatağa bıraktı. Bu gece uyumaya devam edemeyeceğini biliyordu.

Rüyaları onun peşini bırakmazdı.

Yarınki mahkeme için hazırım sanıyordum.

Late Night TalkingWhere stories live. Discover now