02

26 5 0
                                    

Jihoon bir şeyleri kolayca anlatabilecek biri değildi. Doğru zamanı bekliyordu ve şu an doğru zaman değildi. Kaybolmuş hissetti;  gülüşlerin, sohbetlerin ve insanların arasında kaybolmuş. Arkadaşlarının konuşmalarını takip etmek için bir sağa bir sola bakıyordu. Onu gören biri hipnoz olduğunu düşünebilirdi.

Doğru zaman değil. Şu an da olmaz.

Her şeyi anlatmak için uzun uzun düşünüp karar verdikten sonra zamanlamanın doğru olmadığını düşündüğü için susuyordu.

"Jihoon, iyi misin?"

Soonyoung'un sorduğu soru ile gözleri doldu. Birinin bu soruyu sormasını bekliyor gibiydi. Ama kendine engel olmayı başardı.

"İyiyim. Sen? "

Soonyoung yerini değiştirdi ve Jihoon'un yanına oturdu. Kimse bu değişikliği fark etmemişti. Açtıkları müzik ile beraber birbirlerini bile doğru dürüst anlamıyorlardı.

"Ortama alışamadım sadece. Bugün biraz daha kasvetli olur diye düşünüyordum. Bu yüzden gelsem mi emin olamamıştım. Kusura bakma."

Jihoon bakışlarını etraftaki insanlardan çevirip Soonyoung'a baktı.

Gözlerinde neden yıldızlar var?

Jihoon düşündüğünü sesli söylemedi. Gözleri ile Soonyoung'u inceledi. Siyah saçları tel tel alnına dökülüyor ve gözlerinin bir kısmını kalıyordu. Gözleri o kadar güzeldi ki... Jihoon fark etmeden göz temasını kesmeden bir süre gözlerini inceledi Soonyoung'un.

" Hayır, sorun değil. Sen buraya benden daha çok aitsin. "

Sonunda Jihoon konuştuğunda Soonyoung kızarmış kulaklarını saklamak ister gibi elini sağ kulağına götürdü ve eliyle kulağını kapattı.

" Sanırım ikimiz de gereksiz yere buraya ait olmadığımızı düşünüyoruz."

Soonyoung hafif bir gülümseme ile konuştu. Jihoon çocuğun gülümsemesinden gözlerini alamadı.

Ne kadar da tatlı.

İkisi tekrardan aynı şeyi düşünüyordu. Gece ilerledikçe ve karanlık gün ışığını tamamen yutunca karamsarlık ortamı esir almıştı. Gülen yüzler, bağırarak konuşmalar kendisini üzgün ve düşünceli yüzlere sessiz ve güvensiz fısıldamalara bırakmıştı.

Jihoon camdan dışarıyı, ayı izlerken adını duyması ile odağını ona seslenen kişiye değiştirdi. Sarhoş olduğu bakışından dahi anlaşılıyordu.

"Özür dilerim, Jihoon. Özür dilerim. Ben, ben böyle olsun istemedim. Senin gitmeni istemedim. Ben..."

Devamını getiremedi Seungcheol. Belki konuşmak istemedi belki de o gücü kendinde bulamadı. O bile bilmiyordu doğru cevabı. Diğerleri bakışlarını yavaşça Jihoon'a odakladı.

Jihoon önündeki şişeyi eline alıp salladı, içinde çok fazla kalmamıştı.

" Senin hatan değildi. Kendinizi suçladığınızı biliyorum ama o gece sizin suçunuz olan hiçbir şey yoktu. O akşam sizin yanınızdan ayrıldıktan sonra uyuyamadım ve sabaha kadar uyanık kaldım o yüzden ertesi gün okula gelmeyi düşünmüyordum. Sabah, saat yedi gibiydi sanırım, annem aradı. Acilen eve gelmemi söyledi. Zaten devamsızlık hakkım da olduğu için eve gittikten sonra dönemedim."

Jihoon düşündüğünden daha az detaylı anlatmıştı. Ama arkadaşları onu biliyordu. Jihoon sorulmadan anlatamazdı.

" Neden, neden bize haber vermedin?"

Jihoon önündeki şişe ile oynamayı bıraktı ve dibinde kalan içeceği tek bir yudumda bitirdi.

" Eve gittiğimde..."

Devamını getiremedi Jihoon. Nereden, neyi anlatsa bilmiyordu. Arkadaşları biraz süre tanıdı ona. Kafasını toplamaya çalıştı Jihoon.

"Eve gittiğimde babam oradaydı. "

Atmosferin garipliği ve soğukluğu herkes tarafından hissediliyordu. Hiçbir şey bilmeyen Soonyoung ise sessizce elleri ile oynuyor ve Jihoon'u dinliyordu.

" Tartıştık ve telefonumu kırdı. Bir süre telefon alamadım."

Jihoon etraftaki şişeleri teker teker eline alıp sağladı ve yarısına kadar dolu olduğunu fark ettiği bir şişeyi önüne çekti.

" Telefonu aldığımda ise sizinle iletişim kurmaktan korktum. Çoktan dört buçuk ay geçmişti ve size ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Kafamı toplamaya çalıştım ama sadece bu kadar toplayabildim."

Kimse kavgasını sormadı, Jihoon'da şu an da anlatmak istemiyordu.

"Sorun değil, Jihoonie biz her zaman senin arkadaşın, kardeşiniz. Altı ay bizi birbirimizden uzaklaştırsa dahi koparamaz. "

Hafifçe gülümsedi Jihoon. Düşünceli bir şekilde yeri incelemeye devam etti. Yaşadığı her şeyi düşünüyordu, arkadaşlarıyla ilişkisini, duygularını tanımlamaya çalışıyordu.

"Teşekkürler."

Çatlak bir ses ile konuştu. Ağlamamak için zor durduğunu herkes anlamıştı ama kimse bir şey söylemedi. Jihoon'un onlara kendini ağlarken göstermek istemediğini biliyorlardı.

Bir saat daha içtikten sonra neredeyse herkes yatmıştı. Jihoon ona bakan Seungcheol ile göz göze geldi.

"Cidden senin hiçbir suçun yoktu Cheol. Kalbimin kırılmadığını söylesem yalan söylerim, kalbim kırıldı, üzüldüm, kafama taktım. Ama beni sevmek zorunda değildin hala da değilsin. Seni anlıyorum. Kendini suçlama. Özür dilerim, şu ana kadar vicdan azabı çekmene sebep olduğum için."

Seungcheol kafasını sağa sola sallarken mırıldandı.

"Özür dilerim Jihoonie, özür dilerim..."

Sesi oldukça düşündü ama Jihoon yeterince net duymuştu. Gülümsedi, gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Yavaşça ayağa kalktı ve balkona çıktı.

Soğuk rüzgarı teninde hissedebiliyordu ama içeri girip üstüne kıyafet almak istemiyordu. Şu an içeri girerse göz yaşlarına hakim olamayacağını biliyordu.

Omuzlarında hissettiği sıcaklık ile kafasını kaldırdı. Buğulu gözleri yüzünden net göremiyordu ama karşısında duran kişinin Soonyoung olduğunu anlayabilmişti.

Soonyoung hiçbir şey demeden yalpalayarak yere, yanına çöktü. Hiçbir şey söylemeden sessizce orada durdu. Jihoon hiçbir şey söylemediği için minnettardı, yanında birinin olması iyi hissettiriyordu.

Göz yaşlarına hakim olmak için dudağını ısırdı ama o sırada şu ana kadar olan tüm direncini kıracak bir şey yaşandı. Soonyoung Jihoon'un omzuna elini koydu ve onu hafifçe çekerek kendi göğsüne yasladı.

Jihoon uzun süre sonra göz yaşlarına hakim olamadı. Hıçkıra hıçkıra ağladı, ufak bir bebek gibi ağladı. Dünyanın korkutucu oluşuna, kendinden nefretine, tüm bunların aklımı karmakarışık etmesine, şu an yanında hissettiği sıcaklığa...

Uzun bir süre aynı pozisyonda kaldılar ve Soonyoung Jihoon'un sırtını sıvazlamaya devam etti. Hiçbir şey demedi. Sessizce Jihoon'un sakinleşmesini bekledi.

Jihoon sonunda ağlamaktan yorulduğunu ve nefes almakta zorluk çekmeye başladığını fark ettiğinde kendini sakinleştirdi. Utancı yüzünden ne yapacağını bilmiyordu. Kafasını kaldırmadı, Soonyoung'un yüzüne bakamayacağını biliyordu.

Etrafta sadece Jihoon'un burnunu çekme sesi vardı. Jihoon sonunda nefesini düzene soktuğunda bu sefer nefes kesici bir olay yaşandı.

Soonyoung elini Jihoon'un omzundan çekti. Jihoon kafasını onun göğsünden uzaklaştırdı ama yere bakmaya devam etti. Soonyoung Jihoon'un yanaklarına ellerini yerleştirdi ve kafasını kaldırdı. İkisi de birbirinin nefesini hissediyordu.

Jihoon'un burnu ve gözleri kızarmış, yanakları göz yaşları ile ıslanmıştı. Soonyoung her zamanki hafif gülümsemesi ile konuştu.

"Gülmek sana daha çok yakışıyor."

Jihoon ise Soonyoung kızarmış gözlerinden ve ağladığı için parıldayan gözlerinden gözlerini ayıramıyordu.

İlk defa, hayatında ilk defa biri onun için ağlamıştı. Jihoon kalbinin kaşınmasına anlam veremedi.

Late Night TalkingWhere stories live. Discover now