2.1.Bölüm: Kırık Kalpler Durağının Müzmin Kederlisi

Start from the beginning
                                    

"Bir dizi teklifi geldi. Senaryoya bayıldım! Üç sezon izlenecek iş, yani ben olsam kesin izlerim!"

Heyecanımı belli etmemeye çalışarak, "Nasıl bir konusu var?" diye sordum. Azra'nın bana böyle coşkuyla haber verdiği pek çok senaryoya bir kulp bulduğum için aylardır boştaydım. Açıkçası bu durum cella-yani, menajerimin pek hoşuna gitmemişti. Son reddettiğim işin ardından Azra'nın dayağından kılpayı kurtulmuştum, bu nedenle duygularımı belli ederek beklentisini yükseltmek istemiyordum. Sonra olan bana oluyordu!

"Ajansa gelirsen öğrenirsin." dedi yalnızca. Bir menajerlik ajansında çalışmaya başlayarak işini kurumsallaştırmıştı Azra. Kariyerinde ilerlemesi beni çok mutlu etse de başka bir oyuncuya menajerlik yapacağı düşüncesi pek hoş duygular uyandırmıyordu bende. Evet, son derece profesyonellikten uzak bir insandım. Ama en azından özeleştiri yapabiliyordum, bence bu da bir yetenekti.

"Tamam..." diye en anlayışlı sesimle cevap verdim yatağımı toplarken, telefonu omzum ve kulağım arasına sıkıştırmıştım. "İhtiyatlı davranmanı anlayabiliyorum. Ama hiç ipucu veremez misin?"

"Sence bunu yapar mıyım?" diye sordu. Her senaryonun konusunu önceden öğrenip ajansa gidene kadar kafamda ilerleyişini kurguluyor ve heyecanla Azra'ya koşuyor, sonra senaryoyu okuyup aklımdakiyle hiç uyuşmadığını görünce hüsrana uğruyordum. Bu beni reddetme döngüsüne, Azra'yı ise sinir krizine sokuyordu. Bu nedenle ikidir senaryolar hakkında genel bilgi vermeyi reddediyordu. Büyüdün ve geliştin be Azra.

Bana diyecek laf bırakmadığı için, "Öğleden sonra uğrarım." dedim yalnızca.

"Bekliyorum!" diye uzatarak konuştuktan sonra bir şey söylememe izin vermeden telefonu suratıma kapattı. Odamın orta yerinde, söyleyeceklerim ağzıma tıkılmış bir şekilde kalakaldım. Güzel dostluklara...

Telefonumu alarak odadan çıktım, gerinerek koridorda ilerlerken burnuma gelen kokuyla duraksadım. Kokuya anlam vermeye çalıştığım birkaç saniyenin ardından, "Olamaz!" diye adeta haykırdım ağlamaklı bir sesle. Shakespeare şu hâlimi görse eminim içlenir ve bir kitaplık trajedi çıkarırdı.

Çünkü ben, bu yanık kokusuyla henüz sabah olmasına karşın günün ikinci darbesini almıştım.

"Allah'ım, sen beni kesin sınıyorsun bunlarla, kesin." diye söylenirken hızla indim merdivenleri. Koşar adımlarla mutfağa girdiğimde artık bana yabancı gelmeyen o manzara tam karşımda duruyordu.

"Günaydın abloş!" dedi neşeyle Sinem, sanki az sonra mutfağımı aleve verecek olan o değil gibiydi. Bu ay Sinem'in elinde kömürleşen üçüncü tavaya hüzünlü gözlerle bakarken, "Seni mutfağa girmemen konusunda uyardığımı hatırlıyorum, Sinem." dedim esefle. Kardeşim, tabii ki de oralı olmadı.

"Benim yılmaz bir kişiliğe sahip olduğumu unutmuş olmalısın." dedi bilmiş bir gülümsemeyle. Maalesef ki haklıydı. "Öğrenene kadar devam!"

"Ablacığım, tabii ki yılma. Öğren, uygula..." dediğimde minnettar bakışlarla bana döndü Sinem. Benden destek bekleyen ifadesine karşın, yüzümde sahte bir tebessüm vardı. "Ama benim evimde değil."

Gözlerini devirerek yeniden önüne döndü. Ardından bıkkınlıkla, "Aman!" diyerek artık yemek pişirmekten başka her işe yarayabilecek tavayı lavaboya attı. "Her işte iyi olmak zorunda değilim sonuçta, değil mi?"

İki saniyede kişilik değiştiren karaktersiz kardeşime kınar bakışlarla baktıktan sonra kol saatime göz attım. "Evet, her işte iyi olamazsın ama biraz daha burada durursan devamsızlıktan kalmakta çok iyi olacaksın."

"Eyvah!" diye adeta çığlık attıktan sonra üstündeki önlüğü bir Tarzan edasıyla, parçalarcasına çıkardı. "Daha önce neden söylemiyorsun abla? Bir de kölen gibi kahvaltı hazırlatıyorsun bana, evinde kalıyoruz diye gördüğümüz muameleye bak."

EvimWhere stories live. Discover now