Acı Şeker

366 16 7
                                    

Hava serindi ve fazlasıyla rüzgarlıydı. Kütüphaneden yeni çıkıp durağa doğru yol almıştım. Yine istediğim kitabı bulamamıştım. Kim aldıysa o kitabı geri getirmiyordu ve bu beni çok sinirlendiriyordu. İnsanlar neden bu kadar sorumsuzdu ki?

Durağa vardığımda bir iç çektim. Eğer daha fazla dışarıda oyalanırsam hasta olacağıma emindim. Otobüs için beklemeye başladım.

Daha fazla bekledim.

Daha da fazla bekledim.

...

Otobüs gelmiyordu. Gelmesi gereken saatin üstüne gecikmişti ve ben burda donuyordum. Ertelenmiş miydi acaba? Umarım ertelenmemiştir. Biraz yakınımda duran birisine sordum:

= Affedersiniz, XXX sokağından geçen otobüs ne zaman gelicek biliyor musunuz?

- Duymadın mı? Şoför soğuk havadan dolayı rahatsızlanmış, o da haklı tabii. Bu havada hasta olmamaya çalışmak cidden zor olurdu!

= Peki yerine geçicek başka şoförler yok muymuş?

- Duyabildiğime kadar hayır, her otobüsün kendine özel şoförü varmış. O yüzden de sadece o otobüs ertelendi bu gün için.

Bu nasıl iştir böyle? Her otobüsün kendine özel şoförü nasıl olabilirdi ki? Yerine geçecek başka birisini karşılayamayacakları için böyle özel bir bahane uydurdukları apaçık belliydi. Bazı yerlere gitmek zorunda olanlar ya da acil durumu çıkan kişiler ne yapacaktı?

- Ama merak etme. Diğer duraklarda dediğin sokaktan geçen otobüsler vardır.

= Ah, tamamdır. Çok teşekkü-

Önüne döndü ve uzaklaştı.

Ne kadar da kaba. Acaba beni duymamış mıydı? Hayır, duymamasına imkan yoktu. Aramızdaki mesafe o kadar azdı ki artık ısınmak için birbirimize giriceğimizi düşünmüştüm. Ama duymasa da insan böyle tavır takınmazdı ki. Kafamı bu gereksiz düşüncelerden kurtamaya çalışarak evin yolunu tuttum. Sadece bugünlük olsada eve yürüyerek gitmek zorunda oluşum canımı sıkıyordu. Ne baş ağrısıydı ama. Bir an önce eve varmak istiyordum.

Hava kararmaya başlamıştı. Kaldırımdaki sokak lambaları ne kadar işe yaracaktı şüpheliydim. Donmaya başlamıştım. Rüzgar dinmişti ama onun yerini buz gibi olan hava almıştı. Evin olduğu bölgeye neredeyse gelmiştim. O kadar yorulmuştum ki ansızın yere yığılabilirdim. Anahtarımı almak için elimi cebime attım.

Cebimde hiçbir şey yoktu.

Diğer cebimi yokladım hızlıca, onda da hiçbir şey yoktu. Etrafıma bakındım nedensizce. Anahtarlarımı yanıma aldığıma emindim. Biryerlerde mi düşürmüştüm? Bugün sadece kütüphanede ve durakta bulunmuştum.

Şimdi nerede bulacaktım ben onu? Gittiğim tüm yolu arayacak halim yoktu ya? Aklıma gelen ilk fikir arkadaşlarıma onlarda kalmak için sormak oldu. Yapabileceklerim arasından en iyi fikirlerden bir tanesiydi, yani sadece şuanlık.

Telefonumu elime aldım. Açılmıyordu. Ciddi olamazsın...

Görünüşe göre telefonumun şarjı bitmişti. Neden tüm kötü şeyler bugün toplanıp benim başımı bulmak zorundaydı? Madem telefonumla ulaşamıyacaktım, bende evlerine gidip sorardım. Başıma daha kötü bir şeyin gelecek hali yoktu. Tabii beni kabul edip etmeyecekleri sıkıntıydı.

Hangi arkadaşıma gideceğime karar verip yola koyuldum. Kısa olsun diye ara sokaklardan geçmek daha mantıklı gelmişti. Ama mantıklı olduğu kadar da tehlikeliydi. Başıma bela açıcağıma emindim. Ama zaten bugün çoğu kötü şey üst üste geldi diyerek kendimi geçiştirdim.

Ara sokaklar o kadar karanlıktı ki neredeyse takılıp düşücektim. Ek olarak burnum da akmaya başlamıştı. Tam her şeyin yola girmesi için dua ederken,

Bir ses duydum.

...
Karşımdaki bir kediydi, bana bakıyordu. Vücudu karanlığın ay ışığında parlarken, gözleri ayın ta kendisiydi. İçimde garip bi his oluşmuştu. Bu garip his daha fazla ilerlemesin diye kediden kafamı çevirip yoluma devam ettim. Soğuk havadan dolayı doğru düzgün düşünebilmeme hayret ediyordum. Ama sanırsam onda da hatalıydım ki çıkmaz sokağa girdiğimi, duvara çarparak anlamıştım.

Bu günde gerçekten farklı giden bir şeyler vardı. Yada, bende farklı giden bir şeyler vardı. Hemen kafamı toparlamaya çalışıp geri döndüm,

Dönemedim.
Karşımda birisi vardı. Karanlığın kendisine bürünmüş, zar zor görünen gülüşüyle bana yaklaşıyordu. Paniklemeye başladım. İçimdeki garip his daha da yoğunlaşmaya başlamıştı. Korku ve panik duygularımın etkisi kalbimi havaya uçuracak gibiydi. Karşımdaki kişi ile aramızdaki mesafe azalınca yüzünü ayırt etmeye çalıştım.

Bu kişiyi tanımıyordum. Organ mafyası falan mıydı? Yoksa bir seri katil? Yada daha kötüsü! Düşüncelerim gözlerimi yaşlandırmaya başlamıştı. Ağlamamalıydım. Ama bu adamın beni kendine çeken gülüşüyle birlikte gözlerim de yaşa büründü.

Bana birşey uzattı. Karanlıkta zar zor ne uzattığını anlayabiliyordum. Peçeteydi. Satıcı falan mıydı? Bana buraya peçete vermek için mi gelmişti veya takip etmişti? Sırıtışı o kadar içimi ürpertiyordu ki peçeteyi alıp almamak arasında tereddüt ettim. Yabancı birisinden peçete almak ne kadar doğruydu o da tartışılır gerçi.
Yinede peçeteyi aldım çünkü burnumun akıntısı yüzümü kaşındırmaya başlamıştı ve bu beni çok rahatsız ediyordu.

Sessiz bir tonla teşekkür etmemle adamın sırıtışı gülümsemeye dönüştü. Böyle daha az korkutucuydu.
Peçeteyi iki avucuma açtım ve burnumu silmeye başladım. Burnumu temizlememle birlikte ciğerlerim de yanmaya başladı. Galiba burnumu temizlemek için ciğerlerimi çok zorlamıştım. Çök kötü yanıyordu. O kadar fena nefesimi sıkmış mıydım ki?

Adamın gittiğini sandığını düşünerek geldiği yöne döndüm. Hala aynı yerinde duruyordu. Ama suratındaki gülümseme kaybolmuştu. Neler dönüyordu burda? Birşeyler mi olması gerekiyordu? Adam yavaşça üstüme doğru geliyordu. Beni duvara sıkıştırarak elimdeki peçeteyi burun ve ağız kısmıma bastırmaya başladı.

Kendimi savunamıyordum, çok güçlüydü. Nefes almayı denediğimde ciğerlerim daha da yanıyordu. O peçetede ne olduğunu fark eder etmez gözlerim dünyayı siyaha boyadı.

Neden anahtarımı kaybetmek zorundaydım ki.





Zorlu Gizem (Yandere X Fem!Okuyucu)Where stories live. Discover now