Hostelde Üniversite Okumak

8 0 0
                                    

Elbette koleje gittik ve bir şekilde lisans eğitimi de yaptık ama okulda geçen yarım yüzyılda sadece bir defa hostelde kalmama izin verildi.
Tanrının bu lütfunun ne zaman ve nasıl olduğu sorusu bir hikayeye ihtiyaç duyuyor.
Üniversite giriş sınavını geçtiğimizde mahalle okulunun müdürü beni özel olarak kutlamaya geldi, yakın akrabalar davetler verdiler, mahalleliler tatlı dağıttı ve evdekiler de mankafa ya da hayırsız evlat olmadığımı anlamışlardı. Aslında yetenekliyim ve gelişimim sayısız gelecek neslin kaderini belirleyecek. Böylece geleceğimle alakalı çeşitli şeyler önerildi. Çünkü lise sınavını zar zor geçtim ve hiçbir üniversite bana burs vermeye gönüllü değildi. Allah’a şükür ailemden kimse de bugüne kadar kimseye el açmadı. Ailem ve elimizde avucumuzda ne varsa yemek için buraya taşınan akrabalarım burs alamayacağım için şeref duydular. Her halükarda ailemde para bolluğu olduğundan, tereddüt bile etmeden, sadece bizim değil, ülkenin ve milletin ve belki de insanlığın iyiliği için, böyle umut vaat eden bir öğrencinin eğitimine devam etmesinin gerekliliğine karar verildi. Bu defa bizim dahi fikrimiz soruldu. Ömrüm boyunca hiçbir konuda böyle güzel muamele görerek fikrimize danışılmamıştı ama artık işler değişmişti. Şimdi tarafsız ve dürüst bir yazar -yani üniversite- beyinsiz olmadığımı tasdik etmişti. Şimdi bizi nasıl göz ardı edebilecekler? Önerimiz beni direkt İngiltere’ye göndermeleri yönündeydi. Çeşitli liderlerin Hindistan’ın eğitim sisteminin işe yaramadığını söylediği konuşmalara gönderme yaptım. Gazetelerdeki haberleri gösterip gösterip İngiltere’deki eğitimin yanında boş zamanlarımızda çok ucuza gazetecilik, fotoğrafçılık, yaratıcı yazarlık, dişçilik, göz hekimliği, espiyonaj gibi çok yararlı, sayısız fırsattan yararlanabileceğimizi açıkladım. Göz açıp kapayana kadar insanlar bu zanaatlarda ustalaşabilir!
Ama benim önerim şehrimizden İngiltere’ye gitme geleneği olmadığından hemen geri çevrildi. Çevremizdeki kimsenin oğlu İngiltere’ye gitmediği için kimse oradaki durumu bilmiyordu. Bundan sonra bize fikrimiz sorulmadı ve babam, müdür bey, muhasebeci bey üçü bir olup bizi Lahor'a göndermeye karar verdiler. Bunu duyduğumuzda çok büyük hayal kırıklığına uğradım ama oranın insanlarından Lahor’un ve Londra’nın hiçbir farkının olmadığını duydum. Bazı bilgili arkadaşlarım sinema konusuna açıklık getirdi. Bazıları tiyatroların amacı hakkında uyardı. Bazıları buzlu yollardaki şeyleri falan anlattı. Bazıları Şahadara Mahallesi’nin ve Şamalamar’ın duygusal atmosferinin haritasını çizdi. Lahor coğrafyası aklımıza birinci sınıf eğitim için hoş bir yer olarak geliyor. Böylece kendi kendimize program yapmaya başladık. Bu arada okuma-yazmaya da yer verdik ama diğer şeylerden zevk almak ve kendimize çok yüklenmemek için sadece makul bir ölçüde. Ama muhasebeci bey ve müdür beyin o güzel tavsiyeleri burada da son bulmadı. Eğer sadece çocuğu Lahor’a göndermekle alakalı kısa ve öz bir tavsiye vermiş olsalardı güzel olurdu ama ayrıntılara müdahale etmeye başladılar ve hosteldeki hayat ile evdeki hayatın karşılaştırmasını yapıp evin düzenin ve temizliğin Kabe’si, hostelinse asiliğin ve günahın cehennemi olduğunu babamıza kanıtladılar. Yalan beyanlarını gayet ikna edici bir dille anlattılar. Evdekiler de kolej hostelinin dış şehirlerden gelen suçluların buluştuğu bir yer olduğuna inandılar. Eğer o tavsiyeleri olmazsa sarhoşlukla yolumuzu kaybederiz, bir çukura ya da kumarhaneye düşeriz, binlerce rupi kaybedip intihar ederiz ya da ilk dönemin final sınavlarına girmeden on, on iki defa evleniriz. Evdekiler de haliyle çocuk koleje girdi ama hostelde kalmasın diye düşündü. Kolej zorunluluk ama hostel değil. Kolej yararlı, hostel zararlı. O çok iyi ama bu mümkün değil. Çocuklarını hostelden uzak tutmak gibi zor bir şeyi yaşama amacı edinmişlerdi.
Gereklilik, icadın annesidir. Böylece uzun tartışmalardan sonra Lahor’daki bir dayımız keşfedildi ve muhafızımız yapıldı. Ben bebekken bana olan sınırsız sevgisinden dolayı kolejde okurken dayımızın evinde kalmamıza karar verildi. Sonuç olarak kalbimizdeki öğrenme aşkının neredeyse hepsi uçtu gitti. Dayımızın, bizi koruma işinde ebeveynlerimden daha katı olacağını düşündük. Bunun neticesinde de zihinsel ve ruhsal kabiliyetlerim gelişmeyecek ve eğitimin asıl amacı yok olacaktı, yani korktuğumuz başımıza geldi. Beynimiz günden güne büzüştü ve küf bağladı.
Bazen sinemaya gitmek için iznim vardı ama o da çocukları götürmem şartıyla. Bu şartlarda sinemaya gitmenin ne anlamı vardı ki. Sinema salonunda İndar Sabha filminden öteye geçemedim. Yüzme öğrenemedik çünkü dayımın o çok meşhur sözüne göre “sadece yüzme bilenler boğulur” yüzme bilmeyen suya bile girmez. Arkadaşlarımın eve gelip gelemeyeceğinin kararı dayımın elindeydi. Ceketimin uzunluğu, saçımın sakalımın uzunluğu, bu konuda çok katıydı. Haftada iki defa eve mektup yazmak lazımdı. Sigarayı banyo yaparken gizlice içiyorduk. Şarkı söylemek kesinlikle yasaktı. Bu disiplinli hayat bize uygun değildi. Böyle arkadaşlarla buluşurdum, yürüyüşe bile giderdik, hatta gülerdik ama hayatın o özgürlüğü, genişliği, ferahlığı nasibimizde yoktu. Yavaş yavaş dayımın ne zaman evde olacağını, hangi odadan hangisine ses gitmediğini, kapıdan odanın hangi köşelerinin görünmediği, evin hangi kapılarının gece vakti dışarı açılabildiği, hangi kuşun etinin yenilebileceğini anlamaya başladık. O zamanlar dışarı çıktık. Bunlar tecrübeyle sağlamlaştırıldığında birazcık daha özgür yaşayabildim ama hostelde yaşayan öğrencilerin kendi ayakları üzerinde durup hayat yolunda yürüdüklerini gördük. Onların hayatlarını kıskanıyorduk. Kendi hayatımda bir değişiklik yapma isteği günden güne kalbimde büyüdü. Ebeveynlerimizin yaptıklarının hiçbir dinde caiz olmadığını düşündük ama onlardan yardım istemek, hoşnutsuzluğumuzu ifade etmek, gerçeklerden haberdar etmek bize farzdı ve dünyadaki hiçbir güç beni bundan alıkoyamaz. Yaz tatili için eve döndüğümde zihnimizde kısa ve öz birkaç konuşma yaptık. Ebeveynlerin hostele karşı en büyük itirazı delikanlıların elinde özgürlüğün çok zararlı olmasıydı. Bu yanlış anlaşılmayı gidermek için hostelin katı kurallarına ve hostel yöneticisinin zulmüne bin bir tane örnek buldum. Gözlerimi kapatarak bir akşam yurda dönen zavallı Aşfak’ın hikayesini anlattım. Yürürken ayağını sakatlamıştı. İki dakika geç geldi. Sadece iki dakika. Tam o sırada müfettiş onu yanına çağırdı ve babasına haber verdi. Polisi arayıp araştırmasını istedi ve bir aylığına bursunu kesti. Tövbeler olsun!
Ama bu haberi duyunca ev halkı müfettiş beye karşı çıktılar. Hostelin kalitesi onlar için net değildi. Sonra başka bir gün, sinemada yanlışlıkla bir liralık değil de iki liralık bilet alıp ömür boyu sinemaya gitmesi yasaklanan çaresiz Mahmud’un hikayesini anlatma şansı yakaladık. Ama bu da ev halkına etki etmedi. Bir ve iki lira demek yerine seksen kuruş ve bir lira demem gerektiğini fark ettim. Yaz tatili bitti ve yine dayımın eşiğine secde ettik.
Bir sonraki yaz stratejimiz değişti. İki yıllık eğitimin ardından düşüncelerimiz olgunlaştı. Geçen sene hosteli savunmak için kullandığımız argümanların saçmalığını anladım. Şimdiyse hostelde hiç kalmamış bir şahsın kişiliğinin tamamlanamayacağını anlatan dersler verdik. Kişilik hostelin dışında gelişmez. Birkaç gün felsefi konuşmalar yaptık ve psikolojik açıdan ona ışık tuttuk. Ama örnek vermeden işe yaramayacağını fark ettik yine de örnek bulurken zorlandım. Harika kişiliklere sahip olduğuna inandığım öğrencilerin hayatları ebeveynlere örnek gösterilecek tipten değildi. Üniversitede okuma fırsatı bulan herkes bilir ki “ebeveynlik amaçları” için yeni ve eşsiz yöntemler anlatılması gerektiğini bilir ama bunun için ilham almak lazım. Bazı ilerici oğullar, ebeveynlerine niteliklerini gösteremez ama bazı geride kalmış öğrenciler ise ebeveynlerine haftalık para havalesi talimatı verdirir.
Tanrı aptalları da rızıklandırır;
Belki de zeki olmak o kadar da müthiş bir şey değildir.
Bir buçuk ay boyunca hostelde yaşamanın insanın kişiliğine katacağı fırsatları anlatmaya devam ettik.
O gün babam sordu:
“Kişilikten kastın nedir?”
Tanrının bana bu fırsatı vermesini bekliyordum. Dedim ki “Bak bir öğrenci mesela. Üniversitede okuyor. Önemsemesi gereken bir zihni ve sağlıklı tutması gereken bir vücudu var ama bunun dışında şeyler de var, kişinin dışardan tanınmasına neden olan bir şey var, ben buna kişilik diyorum. Bedenle ve zihinle alakasız bir şey. Bir kişinin fiziksel sağlığının çok kötü olması ve beyninin tamamen yararsız olması mümkündür ama şahsiyeti... Hayır, birisinin beyni işe yaramaz olmamalı aksi takdirde o insan delidir. Ama yine de olduğunu var sayalım o zaman bile... Ama kişiliği sanki böyle... Bir dakika bekle, sana anlatacağım.” Babam bir dakika yerine bana yarım saat verdi ve sessiz bir şekilde cevabımı bekledi. Sonra kalkıp gitti. Üç dört gün sonra hatamı fark ettim. Şahsiyet değil kalite demeliydim. Şahsiyet renksiz bir kelime. Kalite kelimesinden güzellikler damlıyor. Kaliteyi de kullandım ama işe yaramadı. Babam “Kaliteden kastın davranışlar mı yoksa başka bir şey mi?” dedi.
Ben de “Davranışlar diyelim.” dedim.
“Öyleyse zihinsel ve fiziksel sağlığa ek olarak davranışların da iyi olması gerekir değil mi?”
Ben de “Kastettiğim tam olarak bu.” dedim.
“Hostelde kalınca davranışların daha mı iyi olacak?”
İçimden içimden “evet” dedim.
“Yani hostelde kalan öğrenciler namaz kılar ve daha fazla oruç tutar. Ülkelerine daha fazla hizmet eder. Daha az yalan söyler. Daha iyi insanlardır.”
Ben “Evet.” dedim.
“Neden peki?” dedi.
Müdür bey bu soruların cevaplarını ödül dağıtım töreninde cevaplamıştı. Keşke daha dikkatli dinleseydim. Sonraki tüm yıl dayımın evinde “hayatın sonbaharı da geçecek” şarkısını söyledim.
Her yıl isteğimin kaderi böyle oldu. Ama pes etmedim. Her yıl başarısızlıkla yüzleştim ama bir sonraki yıl daha coşkulu çalıştım. Her defasında yepyeni argümanlar buldum, yepyeni örnekler getirdim. Şahsiyet ve kalite konuları işe yaramayınca ertesi yıl hostelde yaşamanın, profesörlerle bir araya gelme şansı tanıdığını ve “okul dışı” toplantıların insanı altına çevireceğini anlattım.
Ertesi yıl bu hostelin havasının suyunun iyi yönde değişmesi, temizliğe daha da önem verilmesi anlamına geliyordu.
Kara sinekleri ve sivrisinekleri öldürmek için memur atandı. Ertesi yıl üst düzey üniversite yetkilileri hostelde kalan öğrencilerle tek tek görüştü. İlgi artınca bir şekilde zamanla konuşmalarımdaki coşku da arttı ama akılcılık azaldı.
Başlangıçta babam benimle hostel hakkında tartışırdı. Bir dönem sonra tek kelimelik reddetme tavrını benimsedi. Sonraki bir buçuk yıl bana gülmeye devam etti. En sonundaysa hostel kelimesini duyar duymaz alaycı bir kahkaha ile başından gitmemi söylediler.
Bu davranışları ile bana olan şefkatlerinin azaldığını düşünmeyin. Bu olmaz. Hakikat şu ki evdeki etkim talihsiz bir şekilde azaldı.
Tesadüfe bakın ilk defa lisans sınavına girdiğimde başarısız oldum. Ertesi yıl yine aynısı oldu. Aynı hikaye üç dört defa daha olunca ev halkı bana olan inançlarını yitirdiler. Lisans sınavındaki başarısızlığım yüzünden konuşmak canımı acıtıyordu, zaten sözlerimde coşku kalmamıştı ve kimsenin de umursadığı yoktu. Öğrencilik hayatımın bu kısmını daha detaylı açıklamak istiyorum çünkü birincisi hayatımın düzensizliğine vakıf olacaksınız, ikinci olarak da üniversitedeki bazı düzensizlikler zihninizde netleşecek.
İlk yıl lisans eğitiminde neden başarısız olduğumu anlamak kolay. Mesele şu ki lise mezuniyet sınavımda “bir şeyleri” geçmiş olmak için dişimizi tırnağımıza takarak çalıştık. Üniversite, hakkımızda çok iyi şeyler söyledi ama matematik testine bir daha girmemi önerdi.
Şimdi lisans yapmaya karar verdiğimizde matematik de öğreneceğimizi sandık, böylece bir de sınav için matematik çalışmayacaktık. Herkes matematiği seçmemem konusunda beni uyardı. Sebebini sorduğumda kimse uygun bir cevap vermedi ama müdür bana aynı tavsiyeyi verdiğinde fikrimi değiştirdim ve İngilizce, tarih ve Farsça aldım. Aynı zamanda matematik de çalışıyorduk bu yüzden üç değil de dört ders alıyormuşuz gibiydi. Üniversite sınavlarıyla fazla haşır neşir olanlar ne demek istediğimi anlarlar. Ders çalışmaya gücümüz kalmadı ve düşüncelerimiz dağıldı. Eğer dört değil üç ders çalışmak zorunda olsaydım dört ders için belirlediğim zamanda üç ders çalışmış olurdum. İnanın bana bu çok büyük fark yaratırdı. Ve üç ders yerine tek ders çalışsaydım bunu da geçebilirdim. Ama olan oldu. Yani hiçbir derste başarılı olamadım. Matematik sınavını geçtim ama İngilizce anadilim olmadığından sınavdan kaldım. Tarih ve Farsça’dan da başarısız oldum. Şimdi düşünün ki matematik sınavına hazırlanmak zorunda kaldığım zamanda... ama bunu daha önceden söylemiştim.
Farsça’dan kalmam, eğitimli bir aileden geldiğim için şok etkisi yarattı. Bunu söylemekten bile utanıyorum ama ertesi yıl utanç bitti ve Farsça dersinden geçtim. Bir sonraki yıl tarihi ve ertesi yıl da İngilizce’yi geçtim.
Şimdiye diplomamızı almamız gerekirdi ama üniversitenin çocukça inadı yüzünden üç dersten aynı anda geçmem lazımmış. Bazı insanlar aynı anda sadece bir konuya yoğunlaşabiliyorlar. Zihinleri karıştırmaya gerçekten gerek var mı? Bir yıl boyunca tüm ilgimi bir konuya yoğunlaştırdım ve geçtim. Diğer iki derse açıkçası bakmadım bile ama seçtiğim her dersi geçebileceğimi kanıtladım.
Şimdiye kadar üç dersin ikisinde başarısız olduk ama bundan sonra çalışmamı genişletme kararı aldım. Üniversitenin saçma kurallarını değiştiremem o yüzden kendimi zorlamalıyım ama yine de üç dersi birden geçmek zor. İlk olarak iki dersten geçmeye çalışmak lazım. Böylece ilk yıl İngilizce ve Farsça’dan, ikinci yıl Farsça ve tarihten geçtik.
Bu liste hangi derslerden başarısız olduğumu gösteriyor:
1-İngilizce, Farsça, Tarih
2- İngilizce, Tarih
3- İngilizce, Farsça
4- Farsça, Tarih
İki dersten aynı anda başarısız olunabilecek her yolu başardığımı düşünüyorum. Bundan sonra iki dersten birden kalmak mümkün değildi ve tek dersten kalma vakti gelmişti. Şimdi aşağıdaki başarısız olduğum derslerin listesi var:
5- Tarihte başarısızlık
6- Farsça’da başarısızlık
Bu kadar sınav verdikten sonra sonuçlarımızı elimize alınca kederin artık geride kalacağını düşündüm. Başarısız olabileceğim tek bir ders Farsça kalmıştı ama daha sonra geçmem lazımdı. Bu çok zor olacak ama bir çaresi var. Kaldığımız son virüslü derse aşı yapacağız. Bu yıl Farsça’dan başarısız olacağız ve gelecek yıl kesinlikle geçeceğiz. Böylece yedinci defaki başarısızlığımızı bekledik. Bu bekleyiş başarısız olmak için değildi aksine bu başarısızlıktan sonra gelecek yıl lisans öğrencisi olmak içindi.
Her yıl sınavlardan sonra eve dönünce sonuçlar gelmeden önce ebeveynlerimi hazırladım. Yavaş yavaş değil, hemen. Yavaş yavaş hazırlık zaman kaybıdır ve zahmetlidir. Planım onlara bu yıl mezun olamayacağımı söylemekti. Ebeveynler genellikle inanmazlar. Böyle durumlar biraz kafa karıştırıcı olur. Sınav kağıdına ne yazdığımı çok iyi biliyorum. Çok da iyi biliyorum ki sınav gözetmenleri sarhoşken sınav kağıtlarına bakmazlarsa geçmem mümkün değil. Mezun olmamı isteyenlerin bilmesini istiyorum ki zamanı gelince şok olmasınlar ama onlar benim açıklamalarımı sadece kayıp olarak anladılar.
Birkaç yıldan sonra babam hemen ikna oldu çünkü deneyimleri ona yanılmadığımı gösterdi ama orada burada insanlar sürekli “Ah ah efendim.”, “Bu konuya ne diyorsunuz?”, “Bunu nasıl dersiniz?” dedi. Ancak eve döner dönmez başarısızlığımı tahmin ettik. Bunun son defa olduğunu bilmek güven vericiydi. Gelecek yıl böyle bir kehanete gerek kalmayacak.
Hostel konusunu bir daha açmanın gerektiğini düşündüm. Artık üniversitede son bir yılım kalmıştı ama halen hostelde kalma fırsatım olmamıştı, ya şimdi olacaktı ya da ömrüm boyunca özgürlükten mahrum kalacaktım. Diğer türlü dayımın evinde kendime bir kafes ayarlamış olacaktım. Özgürlüğü deneyimlemek için bu son şans.
Son defa istekte bulunmadan önce her şeyi dikkatlice ayarladım. Artık benimle aynı yaşta olan hocalarıma gidip içtenlikle babama oğlunun hostelde kalması gerektiğini anlatan bir mektup yazdırdım. Bazı başarılı öğrencilerin ebeveynlerinden de aynı şeyi istedim. Üniversite kayıtlarına gittim ve çoğu mezunun da hostelde yaşadığını ve hiçbir üniversite bursunun, madalya ya da ödülün hostel dışında kalanlara gitmediğini kanıtladım.
Kendini kanıtlamış bu yöntemi neden daha önce kullanmadığımı merak ediyorum. Zamanla babamın redleri değişti ama o zamanlarda bile şüpheliydi ve “Okumak isteyen bir öğrencinin neden evde okuyamadığını anlamıyorum” dedi.
Ben de “Hostelde, Aristo’nun ve Eflatun’un evinden başka bir yerde olmayacak felsefi ve ilmi bir hava var. Hostelde, bilgi okyanusundaki dalgıçları görebilirsiniz. İki yüz, üç yüz erkek çocuğunun hostelde yaşamasına rağmen bir mezarlık sessizliği vardır çünkü herkes kendi işiyle meşguldür. Akşamları öğrenciler hostelin bahçesinde bilimsel tartışmalar yaparken görülür. Sabah elinde kitaplarla hostelin bahçesinde dolanan öğrenciler görünür. Yemekhanede, çalışma odasında, lavaboda, balkonda, her yerde öğrenciler felsefe, matematik ve tarih konuşuyorlar. İngiliz edebiyatını sevenler gece gündüz birlikte Shakespeare gibi konuşma pratiği yapıyorlar. Matematik öğrencileri düşüncelerini cebirle ifade etme alışkanlığı edinirler. Farsça öğrencileri düşüncelerini rubai değiş tokuşu yaparak söylerler. Tarih meraklıları da...” diye cevap verdim.
Babam izin verdi.
Şimdi başarısız olmayı ve gelecek yılın dilekçesini vermeyi bekledik. Bu arada gelecek sene tekrar sınıf arkadaşı olacağımıza inandıklarıma mektup yazdım ve onlara kolej tarihinde gelecek yılın hatırlanacağını çünkü öğrencilik hayatımızın bize kazandırdığı ve yeni öğrencilere ücretsiz bir şekilde verebileceğimiz tecrübelerle hostelde kalacağımızı duyurdum.
Zihnimizde kendimizi civciv gibi etrafta koşuşturan deneyimsiz öğrencilerin anne kalpli bir figürü olarak düşündük. Bir zamanlar sınıf arkadaşımız olan hostel müdürüne hostele geldiğimde kendilerinden filan filan ayrıcalıklar beklediğimi ve filan filan kurallardan müstesna olmak istediğimizi yazdım.
Ve onca olan bitenden sonra şansıma bakın ki sınav sonuçları geldi, mezun olmuşum. Haksızlık ettiğim üniversite çalışanlarının aptallığına bakın, beni mezun ederek bir gelir kaynağı kaybettiler.

Dostali jste se na konec publikovaných kapitol.

⏰ Poslední aktualizace: Oct 26, 2022 ⏰

Přidej si tento příběh do své knihovny, abys byl/a informován/a o nových kapitolách!

HOSTELDE ÜNİVERSİTE OKUMAK Kde žijí příběhy. Začni objevovat