Bölüm 26: Heilon

725 65 6
                                    

"Biraz konuşalım."

Sigren, yüzünde sert bir ifadeyle odaya girdi. Kapının önünde konuşmak istediğini sanıyordum ama sanırım fikrini değiştirdi? Biraz tereddüt etti ve sonunda birkaç adım geri gitti. Sonra omzumdan tuttu ve kısık bir sesle konuştu.

"Ayrılacak mısın?"

"Hı-hı."

"Bana 'hı-hı' ile cevap verme. Tek kelime etmeden nasıl bu kadar çabuk karar verebiliyorsun?"

"Dük artık bir yetişkin olduğumu ve bana yapmak istediğim şeyi yapmamı söyledi?"

Sigren, başı eğik bir şekilde Abel'e sert sözler mırıldandı. Abel duysa hemen Sigren'in kafasını yere vururdu.

Sigren'in yanağını hafifçe okşadım.

"Güzel kelimeler kullanmalısın."

"Şimdi bana söyleyeceğin tek şey bu mu? Sen.. Beş yıldır yaşamla ölümü birlikte yaşadığımızı unuttun mu?" Sigren dişlerini gıcırdattı.

"Ah.. sen üzgünsün." (Mal bu kız)

Pekala, bu anlaşılırdı. Sigren'e arkadaş diyebilecek tek kişi bendim. Gideceğimi söylediğimde elbette üzülürdü.

Sigren'in ince siyah saçlarını nazikçe okşayarak gülümsedim.

"Tamam, sana bir mektup yazacağım." (Allah razı olsun ya!)

"Buradaki sorun bu değil!" Sigren beni uyandırmaya çalışır gibi omuzlarımdan tuttu ve hafifçe salladı.

Sanırım aklımı kaybedecektim.

"Öyleyse, sorun ne?"

"Birden ona kadar her şey."

Ona baktım ve nazikçe göz kırptım.
"Sigren, sonsuza kadar birlikte olacağımızı mı düşünüyorsun?"

"...."

Sorduğum soruyla Sigren boğulmuş gibi görünüyordu.

"İkimiz de yetişkiniz. Çocukluk arkadaşı olarak ne kadar yakın olursak olalım, hayatımızın bir noktasında yollarımızın ayrılması doğaldır."

Üniversiteye gittiğimde ilkokul, ortaokul ve lisedeki arkadaşlarımla iletişimimi kaybederdim. Bu dünyanın böyle bir mezun kavramı olmamasına rağmen, benim görüşüm hala geçerliydi.

Sigren dehşete düşmüş gibi güldü.

"Çok soğuksun."

"Beni mantıklı biri olarak tanımlayabilir misin?"

"Her zaman başkentte kalmayı mı planlıyorsun?"

"Bilmiyorum. Her şeyden önce, sadece sıcak bir yere gitmek istiyorum."

Umarım üzgün bir surat yapmamıştır. Artık çocuk değildi. Benimle her zaman vakit geçirebileceğine gerçekten inanıyor muydu?

Başkent, canını acıtan evi gibiydi. Sigren'in memleketiydi ama aynı zamanda kaçınması gereken bir yerdi. Ancak aslına her şey  yolunda giderse yine de başkente gelecekti.

Uzanıp Sigren'in yanaklarını okşadım.

"Üzülme Sigren. Nerede olursam olayım, her zaman senin yanında olacağım."

Sigren bana kasvetli gözlerle baktı. Onunla göz teması kurdum ve sakin bir tonda konuştum, "Yardıma ihtiyacın olduğunu söyle, hemen sana gelirim."

"Senden burada benimle kalmanı istesem?"

Bu iyi değildi. Heilon'da sıkışıp kalırsa hikaye hiç ilerleyemezdi.

"Bunun haricinde." Parlak bir şekilde gülümsedim.

"Sen... çok çelişkilisin."

"Nerede olursan ol, onun dışında. Hayatında bir kriz olduğunda yardım isteyebileceğin bir arkadaşın olması iyi değil mi?"

Sigren hafifçe içini çekti.

"Fiona..."

"Hmm??"

"Benim hakkımda ne düşünüyorsun?"

"Seni dünyadaki en değerli kişi olarak görüyorum."

"O zaman bir yere gitsem ne yapardın?"

"Elbette güvende olduğunu umarak seni desteklerim. Yardıma ihtiyacın olursa sana koşarım."

"...."

Sigren bana yavaş yavaş kızıyormuş gibi baktı. Beklendiği gibi, gün geçtikçe daha çok Abel'e benziyordu.

"Unut gitsin. Sana soru soran bir aptalım." Soğuk tepkime karşılık küçük bir iç çekti.
"Bazen çok soğuk oluyorsun."

"Söyleyeceğim şey bu."

"Boşver. Konuşmayı bırakalım."

Artık yetişkin bir adamdı, ama hala bir çocuktu.

Bir an Sigren'e baktım, sonra arkamı döndüm, battaniyemi bulmaya çalışarak yavaşça yatağıma doğru yürüdüm. Omuzlarım nedense titriyordu. Bu yüzden battaniyemi vücuduma sarmak istedim. Ama nerede olduğunu hatırlayamadım. Sanırım hizmetçiler onu yıkayıp bir yere koymuş ama nereye koyduklarını bilmiyordum.

Sonra omzuma hafif bir şey düştü. Az önce aradığım battaniye olup olmadığını kontrol etmek için başımı hafifçe çevirdim. Bunu odada bulan Sigren olmalıydı. İçten gülümsedim. Çocukluk arkadaşlarımıza üzülsek bile onlar için her şeyi yapardık.

"Sigren, bulduğun için teşekkür ederim..."

"Fiona..."

O anda adımın seslenilmesiyle sırtımı bir sıcaklık sardı. Sadece battaniyenin sıcaklığı değildi. Omuzlarıma sarılmış battaniyenin üzerine iki güçlü kol uzanmıştı. Sonra kulağımda bir iç çekişle alçak bir ses yankılandı.

"Eğer burayı terk edeceksen, o zaman başkentte kal."

"...."

Sigren son yıllarda hızla büyümüştü. Benden çok daha uzun olmuştu. Bana arkadan sarıldı ama sanki Sigren'in kollarında kapana kısılmış gibiydim.

"Neden aniden?" Başkente gideceğim için üzgün değil miydi?

"Bir düşündüm, yeni bir şey değildi. Bu hep böyle değil miydi? Hep özgür ruhluydun. Neredeysen, oraya kesinlikle geleceğim..."

Bir anda yüzü kızaran ve mutlaka benimle buluşacağını söyleyen Sigren'in genç görüntüsü şimdiki sözleriyle örtüşüyordu.

"-seni takip edeceğim."

Bunu söyledikten sonra Sigren'in elleri yavaşça düştü. Bir battaniyeyle örtülü olmama rağmen, vücut ısısı düştüğünde omzum biraz titredi.

Sonunda Sigren yemin eder gibi fısıldadı. "Öyleyse beni başkentte bekle."

BANG.

Kapı kapandı.

Derin bir nefes aldım ve Sigren'in az önce kapatmış olduğu kapıya baktım.

Kahramanın genellikle yapmadığı bir şey yapması ölüm bayrağıydı.

Bilinmeyen bir endişeyle titredim.

I Become The Wife of The Male LeadWhere stories live. Discover now