12: Saat

350 37 25
                                    

"Hey!"

Omzumun dürtülmesiyle uyandığımda bir an olanları idrak edemedim. Uzun süredir başka biri tarafından uyandırılmamıştım.

"Günaydın."

Yavaşça oturur pozisyona gelirken bir yandan da gözlerimdeki çapakları ovuşturarak temizliyordum. Gece yine kabus görmüştüm anlaşılan. Her kabus görüşümde ağlıyordum, bu çapaklar da yine bu kabuslardan birine hapsolduğumun kanıtıydı. Kirpiklerimi birbirlerine yapıştırmışlardı ve bu yüzden gözümü açmakta zorluk çekiyordum.

"Günaydın." diyerek cevap verdim. Bana günaydın demesi konusunda bir şey düşünmeli miydim emin değildim ancak kafamda senaryolar kurmak şu anda yapmak istediğim son şeydi.

Ben dikeldikten sonra dün gece oturduğu koltuğa oturarak ayakkabılarını bağlamaya başladı. Ben zaten ayakkabılarımı çıkarmadığım için böyle bir derdim yoktu. Çantamın kopmamış askısını koluma geçirip ayaklandım.

Ayaklandığımı fark edince kaşlarını da havalandırarak kafasını hafifçe kaldırdı.

"Nereye?"

Sorusuna yönelik kapıyı işaret ederek cevap verdim. "Okula."

Bu diyalog yaşanırken ayakkabılarını bağlamayı da bitirmişti. Ellerini dizlerine koyup dizlerinden destek alarak ayağa kalktı ve odasına doğru ilerlemeye başladı.

"İnsan bir teşekkür eder."

Hayıflanmasını duyduğumda istemsizce kaşlarım kalmış olsa da nezaketen de olsa teşekkür etmeliydim. Gece gece beni sokağa atmamıştı en azından her şeyi öğrenmesine rağmen.

"Teşekkür ederim." diye seslendim odasından da duyabileceği nazik bir tonla. Rica ederim demesini beklemediğim gibi o da cevap vermemişti zaten.

Kapıya ilerleyip elimi kapı koluna koydum ancak açamadan önce bir şey duraklamama sebep oldu. O gelmeden hızlıca çantamı açtım ve içinde kalan son otuz beş doları da çıkararak yattığım koltuğun üzerine bıraktım. Bu hiçbir şeyi ödemeye yetmezdi ama en azından öylece çıkıp gitmemiş olurdum.

Koltuğa parayı bıraktıktan sonra hızlı adımlarla kendimi karavandan dışarıya attım. Tanrım, temiz hava... Gerçek anlamda ciğerlerime oksijen dolduğunu hissedebiliyordum.

Karavan parkından dışarıya doğru patikada ilerlerken kenardaki çöp kutusunu görüp ona doğru ilerledim. Okula gideceksem bu bira şişesinden kurtulmalıydım, aksi takdirde başım belaya girebilirdi. Hem yaşım tutmuyordu hem de orası bir liseydi.

Çantamdaki şişeyi çıkararak kutunun içine fırlattım ve tekrardan patikaya doğru ilerledim. Bu sırada da Eddie'yi bu tarafa doğru koşarken görmüştüm. Çantasını tek omzuna takıyordu benim gibi bu yüzden koşarken sürekli kolundan düşüyordu.

Ne yapacağını merak ettiğim için ilerlemeden durdum. Yanıma yaklaştığında yavaşladı ve kolundaki saate baktı.

"Eğer öyle yaylana yaylana gidersen öğle yemeğine kadar varamazsın okula."

Benim de çantam kaymıştı bu yüzden omzumdaki çantayı düzelttim.

"Okula kadar koşacak mıyız?"

Sırıttı. "Burası bir karavan parkı farkında mısın?" Anlamamış bir şekilde suratına bakmaya devam ederken devam etti. "Burda herkesin aklı havada olur. Senin benim karavanımda yaşadığın gibi, hiçbir farkı yok aslında." Gözlerimi büyüttüm. "Ben senin karavanında birkaç gece uyudum sadece gidip karavanını çalmadım."

Gözlerini devirdi. "Karavan çalacak olsak benimkini kullanırdık zaten." Elini çok kaldırmadan işaret parmağıyla bir yeri gösterince parmağının ucunu takip ederek bakmam gereken yere baktım. İlerideki beyaz bir karavanı gösteriyordu. Karavanın kapısının önünde iki tane, biri kadın biri erkek olmak üzere, yaşlı insan oturuyordu. Sanırsam uyukluyorlardı çünkü yaptıkları hiçbir şey yoktu. Sohbet dahi etmiyorlardı.

Kutsal; Eddie MunsonOnde histórias criam vida. Descubra agora