Çalınan Renkler

Start from the beginning
                                    

Onları her gördüğümde, yeni insanlarla tanışmak zorunda kaldığımda veya hastanelerde karşıma çıkan her hastanın kendinden vazgeçtiği noktaları vardı.

Ben o vazgeçtiğim noktalarda kendimi seçmeyi öğrenmiştim.

Kendimi ve kardeşimi.

Kendi gölgemin peşimde yürüyen biri gibi düşünüp gölgeme bile inancımı yitirdim ben şu yıllar boyunca. Kendimi seçmiş olsam bile korkular kendi mahzeninde yer alıyordu.

Ardımda duran şu koca dağlarda bile çığ olmuyor mu? Başrolünü üstlendiğim hayatımın senaristliğini bir başkaları talipti bir zamanlar. Talep edilen oyuncak olmayan hayatımı elimden almaya çalıştıklarında gözlerimin önünde o oyuncağı ayaklarının altına alıp tekmeyi bastılar. Kirlenmiş, tozdan yüzü gözü görünmeyen o oyuncağı adam akıllı bir temizliğe sokup, ona zarar veren herkesten uzak tutmaya çalıştım ben. Öyle bir temizledim ki o oyuncağı öyle inandım ki onun oyuncak olmayışına. Karşıma alıp binlerce defa tekrar ettim ona; ben çok değerli biriyim, ben bir oyuncak değilim ve ben bunları hiç hak etmedim.

Hırpalanmış ruhum, bedenimin acı çığlıklarını etrafa duyurmaya çalışıyordu sayıkladığım kabuslarda. Bir gece o kadar kötü bir kabusu görmüştüm ki, içime geçmişi öyle bir gömmüşüm ki yan odamda uyuyan Derya Abla koşarak gelmişti. “Kızım” demişti ben uyandıktan ve sakinleştikten hemen sonra. “Sen içine hangi acıların korkularını gömdün?”

O gece yine susup içime saklanmıştım. Dilsiz derlerdi bana üniversitede. Bir yabani görmüş gibi bakarlardı erkekler. Sonra utancın okyanusunda boğuldum bu hale gelirken. Yalancı bir şekilde gülümserken alıştım yalancı dünyanın merhametsizlik kokan, bana yabancı olan bu şehre. Stajlara gidip gelirken, insanlarla konuşurken, öğle yemeğinde yanımdaki sandalyeler boşaldığında mecburen benimle konuşmaya çalışırlarken alışmıştım on yedinci yaşımdan önceki halime.

Alışıyordum her şeye. Bu yabancı olan şehre, insanlarla yeniden konuşmaya ve yalancı bir şekilde gülümsemeye.

Kafamı ardımdaki koltuğun başlığına yaslayıp tavana baktım bomboş hislerle. Bomboş hislerimin temelini altını dolu duygularım doldurmuştu. Acı, öfke, hüzün, özlem, korkular ve belki de bazı mutlulukların geri gelmeyişinin garip yası.

Kerem’i son görüşümün ardından üç gün geçmişti. Evime getirdiğim eşyaların içinde dağ evinde benden zorla alınan eşyalarım da vardı. Telefonum da o eşyaların içine dahildi.

Alay eder gibi birde telefonumun ekranını yaptırmışlardı. O kadar sinirim bozulmuştu ki elime aldığım telefonu duvara fırlatıp yeniden ekranını kırmıştım.

Polislerle görüştükten sonra kimseye bakmadan çıkmıştım odadan. Berfu yanıma gelip benimle konuşmak istediğinde onu hakkı olmadığı halde o anki verilen durumun vehametiyle terslemiştim. Herkesin ortasında gururu incinmiş olacak ki sessiz kalıp susmayı tercih etti o da.

O koridordan geçerken Kerem’in tam yanından yürürken ona son kez baktım. O önümde yıkılmaz bir dağ gibi dururken önünde bir çığ gibi onun topraklarını yerinden edecekmiş de onun heybetini ortadan kaldırmak ister gibi baktım. Konuşmadık, zaten konuşulacak hiçbir şey yok gibiydi sanki onca şey içinde.

Affetmediğim eğer affedersem, vicdanımda gururuma açılacak savaşta kendime yenildiğimde bu sefer kadınlığımdan utanırdım. Kendimden utanır, aptallığıma oturup belki de bir sigara yakardım.

Bana bu kadar çabuk inanması da bana böyle merhamet etmiş olması mantığıma yatmıyor ve bu işin altından başka meseleler çıkacakmış gibi duruyordu. Ben bir aptal değildim. Bana böyle aniden iyi davranmasını, bana böyle merhametli davranmasının altından başka bir politikayı izlediği şüphesini beynime işliyordu yavaş yavaş.

“Bana bu kadar çabuk inanamaz” diye geçirdim içimden. “O söylediği her delili beni kaçırdığı o gece de öğrenirdi” dedim içimden yine gözlerimi sımsıkı yumarken. Başım düşünmekten ağrıyor ve acıdan gözlerimden yaşlar boşalıyordu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Sep 27, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

GECENİN KIYISINDAWhere stories live. Discover now