9. BÖLÜM

6 3 0
                                    

HOPE PARKER,


'Sevgili hayat' diye başlamak ve bir mektup yazmak isterdim ona. Derdim ki: Bazen insanlar senden öyle bir umudu kesiyorlar ki, akıl sırrı değil. Ve bazen sen o kadar zorluyorsun ki, kaldırılabilecek gibi değil. Tüm bu acılar, yaşantılar. Savaş... Ölen insanlar, travmalar. Bazen merhamete dair bir kırıntı'nın bile sende olmadığını düşünüyorum.

Gülerdi büyük ihtimalle buna. Herkes yaşadığı kadar değil; yaşayacağı kadarıyla varolur, der. Belki de geçer karşıma, "sen daha ne gördün ki?" Diyerek alay eder.

Canımı sıkanda bu. Can sıkan bu.

Ve insanlar yorgun.

Yine de bir yerlerde savaşanlar var. Görüyorum ben. Bizler gibiler. Umutları bütün bu hayat mücadelesinde eksilmemiş olanlar var. Şüphe bile duymayanlar.

Ve ben en çok bu savaşın sonunu merak ediyorum. Akıl sırrı değil bu.

Şimdi odamdayım. Uzanıyorum. Hemen başucumda annem var. Üç gündür, hep yaptığı gibi bana ninni söylüyor duruyor. Bende onun dizine uzanmış, öylece bir haber bekliyorum. Uyumayı değil.

"Om Namah shviaaya Gurave,
Satchitananda Murtaaye,
Nischprapanchaaya shaantaaya," sözlerinin anlamını hiç bilmediğim bu şarkıyı söyleyip duruyordu. Sürekli ben dizine yattığımda söylemesinden ben bunun ninni olduğunu düşünüyorum. "Niraalambaaya Tejase..."

"Anne," diye mırıldandım sonunda dayanamayıp. "Bu müziğin anlamı nedir?"

"Bilmiyorum. Burada Aster halkından bir çocuk doğduğu zaman kulağına okunur."

"Sözlerin çevirisi yok mu?"

"Dünya'da Angels prayer olarak geçer. Meleklerin Duası anlamına gelir. Ty burhoe'ye aittir." Boğazını temizledi ve tekrar söylemeye başladı ancak bu sefer ben anlıyordum. "Guru'nun önünde eğiliyorum. Her şeyin özü varlık, farkındalık ve mutluluk. Tajase'nin vücut bulmuş hali her şeyin gerçek doğası olarak yaşamak; Yüce barış; Desteğe ihtiyaç duymadan, herkesi desteklemek ve sürdürmek; tüm evreni bilincin ışığıyla aydınlatmak..."

"Vay canına." Dedim. "Çok güzel."

"Sen doğduğunda senin kulağına söylememiştim ama her gece seni ve abini uyutmadan önce söylerdim." Gülümsedi ve tekrar söylemeye başladı. Defalarca. İşin güzel yanı bu huzur veriyordu. Ve o an, ona eşlik ederken buldum kendimi.

Om Namah shviaaya Gurave,
Satchitananda Murtaaye,
Nischprapanchaaya shaantaaya,
Niraalambaaya Tejase...

Tekrar tekrar, defalarca söyledik. Uykum gelmiyordu. Hatta bana savaşı daha fazla anımsatıyordu. Bugün savaşın üçüncü günüydü. Adish ile üç gündür hiç görüşmüyorduk. Tera ve Caroline ile de. Bazen annem, bazen Delfin ile görüşüyordum. Onun dışında kimse yoktu. İki gün önce babamda savaşa gitmişti.

Adish ve ordusu büyük kayıplar vermişti. Duymuştum. Savaşın içinde kehai kara büyü ve güçlü tılsımlar bulundurduğu için Adish ve ordusu çok fazla müdahale edemiyordu. Bu çok kötüydü. Bu can yakıcıydı.

"Anne," dedim gözümden bir yaş akarken. "Ölmez, dedi mi? Her gün yüzden fazla askerin ölüm haberi geliyor saraya. Yaralıların haddi hesabı yok. Adish ölmez, değil mi? Babam ölmez."

"Tanrılara dua etmekten başka şansımız yok bebeğim." Dedi annem. "Tanrılar umarım onları bize bağışlar."

"Umarım." Dedim bende onun gibi ama kendimi ağlamaktan alıkoyamıyordum. Adish Parker, ölmemeliydi. Henüz bunun için çok erkendi. Derin bir nefes aldım ve doğruldum.

ASİZA VÂRİSİWhere stories live. Discover now