Sorumla yüzü gülmüş ve "Olur derim." diyerek yanıtlamıştı beni. Ben de memnun bir ifadeyle omzumu koluna attım ve birlikte odadan çıktık. Koridorda ilerlerken Seo Woo'yla karşılaşmıştık. "Nereye böyle gençler?"

Hana onu "Kahvaltı için yemekhaneye gidiyoruz." diye cevaplayınca ben de başımla onayladım. Seo Woo kaşlarını hafiften kaldırıp başını salladı. "İyi bakalım, o zaman ondan sonra da spor yaparsınız herhalde?"

Sorar bir ifadeyle bir bana bir de Hana'ya bakınca benim de gözüm Hana'ya kaydı. "Ama tamam da eşofmanlarımızı giymedik."

Seo Woo, Hana'nın mazeretine gülümsemiş ve başını yana eğmişti. "Tamam da zaten odalardan uzaklaşmamışsınız. Bir koşu gider değiştirirsiniz üstünüzü, değil mi?" Ben gülmemek için dudağımı ısırırken Hana ofladı. "Güzel, hadi bakalım. Görüşürüz, kontrol edeceğim sizi ona göre." Ardından yanımızdan geçip giderken Hana da omuzlarını düşürmüştü.

"Bu kadar üşengeç olma. Sen git odana, ben uğrarım."

Dudaklarını büzüp isteksizce başını salladı ve arkasını dönerek yanımdan uzaklaştı. Ben de odama girip kıyafetlerimi değiştirmeye başladım. O anda gözlerimin kararmasıyla kalbim hızla atmaya başlarken dolaba tutunup derin derin nefes alıp vermeye başladım. Çok geçmeden görüş açım yerine gelince rahat bir nefes vermiştim.

Kalbim sıkışırken kesik nefeslerle yatağa adımlayıp oturdum ve elimi kalbime götürdüm. "Tamam Hoseok, bir şeyin yok." Kendi kendime mırıldanırken gözlerimi kapatmak istedim ama yapamadım. Karanlığa gömülmekten korkmuştum çünkü o an. Dudaklarımı ıslatarak komodinin üzerindeki sürahiye uzandım ve bir bardak su doldurup içtim.

Az da olsa rahatlarken sesli bir nefes verip ilaçlarımı da aldım ve odadan yavaş adımlarla ayrıldım. Sanırım yorgunluktan oldu bu göz kararması...

Tabi, sanki hiç hasta değilmişsin gibi davran sen öyle. İç sesime göz devirirken merdivenlerden yukarı çıktım ve Hana'nın odasının önünde bulunan sandalyelere bıraktım kendimi. Kendi düşüncelerime dalıp giderken bir yandan da tırnaklarımın kenarıyla oynuyordum.

Hastanede birkaç arkadaş edinmiştim. Bir iki tanesi iyileşip burdan gidebilmiş olsa da diğer arkadaşlarımın hastaneden ayrılış şekli onlarla aynı olmamıştı ne yazık ki... Onlardan duyduğum son sözler neydi peki biliyor musunuz? "Keşke hayatımı biraz daha dolu yaşayabilseydim.."

O yüzden gülümsemeye devam ediyorum, o yüzden yaşamak için içimde enerji biriktiriyorum, bu yüzden umutlu bakıyor, bu enerjiyi böyle elde etmeye çalışıyordum. Sonunda keşke dememek için... 'Hastayım, kalksam da hiçbir faydası olmayacak' demek mantıksızdı. Bunu bizzat arkadaşlarımda da görmüştüm, en sonunda yüzlerindeki pişmanlık içimi acıyla doldurmaya yetmişti. Bu yüzden her sabah güneşle birlikte kalkmaya çalıştım. Elbette zorlandım ama içimdeki yaşama sevinci ve pişman olmama isteği daha ağır basmıştı. Hana'nın da elinden tutunca işler daha kolay ilerlemişti.

Yanımdaki masada yer alan broşürlere gözüm takılınca biraz inceledim. Ancak daha fazla bakamamış, broşürü yerine koyduktan sonra başımı duvara dayayarak iç geçirmiştim. Hasta insanların iyileştiğini gösteren o broşürler, afişler... Resimlerdeki o mutlu insan yüzlerini görünce insan nasıl da gıpta ediyordu.

O esnada da odanın kapısı açılıp Hana dışarı çıkınca bakışlarım onu buldu. Ancak o anda fark ettiğim şey içimi huzursuz etmişti. Her zamanki gülümsemesi yerine sıkıntılı bir ifade vardı yüzünde. Beni gördüğünde ise yüzüne bir gülümseme yerleştirmiş ve yanıma adımlamıştı. Ben de ayaklanıp ona doğru yürüdüm.

Happiness Virus〆JHSWo Geschichten leben. Entdecke jetzt