Bölüm 3

240 24 6
                                    

Hamileliğimin sorunsuz geçen altıncı ayını yaşıyordum. Artık bebeğimiz aramızda olduğunu, güzel varlığını sıklıkla bize belli ediyordu. Babasına aşık olacağını ise daha doğmadan, onun sesini duyar duymaz çılgınca içimde hareket etmesinden anlayabiliyordum. Bu durumda kıskançlık yapmak yerine daha da çok mutlu olup, seviniyordum.

Gecemiz böyle gündüzümüzün peşinde her günü ard arda kovalarken, ikimiz o günlerin içinde her şeyiyle yepyeni hayatımıza adapte olmaya çalışıyorduk. Lucca, benim ve karnımdaki bebeğimizin sağlığıyla o kadar çok kafayı bozmuştu ki evle ilgilenmek bir yana neredeyse oturduğum yerden kalkıp bir bardak su almama bile izin vermiyordu.

Lucca ben daha buraya gelmeden evin işleriyle ilgilenmesi için yerleştiği kasabada yaşayan bir aile bulmuştu. Kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bilmiyorlardı ve bu onlar için en iyisiydi. Ben de her geçen gün burada olmama sebep olan korkunç ve üzücü olayları biraz daha unutur olmuştum. Ve sadece Lucca'yla olmanın verdiği gerçeküstü keyfi sürüyordum.

Yanımızda çalışan Margaret ve Emilio 40'lı yaşlarını süren bir çiftti. Fazla konuşmuyorlardı ve sadece evle ilgili işlerle ilgileniyorlardı. Onun yanımızda çalışmaları için özellikle bu aileyi seçtiğini biliyordum.

Emilio, eve ait arka bahçenin günlük sulama ve bakım işleriyle ilgilenirken, karısı da yemek ve diğer ev işlerini yapıyordu.

Bana da sadece kitap okumak ve Lucca'nın daha ben buraya gelmeden getirttiği piyanomda saatlerce vakit geçirmek kalıyordu.

Burada tam bir kasaba hayatı yaşıyorduk. Ben yıllarca bu şekilde huzur içinde yaşayabileceğimi biliyordum. Ama beni asıl endişelendiren Lucca'ydı. Onun karakterine uymayan, saklanmak zorunda kaldığı bu hayat biçimi bir zaman sonra onu boğup, zorlayacaktı. Bu sürecin en azından uzun bir zaman sonra yaşanmasını dilemiştim ama bir gün bu düşündüğüm şeyin aslında çok yakımızda olduğunu acı bir şekilde öğrenmiş oldum.

Bahçede oturmuş Margaret'in benim için hazırladığı meyve çayından içerken, Lucca yanıma geldi ve, "Aşkım, benim biraz dışarıda işim var. Birkaç saate geri dönerim," diyerek beni yanağımdan öptü.

"Nereye gideceksin? Dışarı çıkman güvenli mi," diye sormadan edemedim. Onun dış dünyaya karışması ister istemez beni endişelendiriyordu. Burada bizi kimse tanımazdı ama her zaman bir ihtimal vardı ve bu gerçekleşecek en korkulu rüyamdı.

"Endişelenmen gereken bir şey yok. Halletmem gereken mühim işlerim var. Bunun içinde bağlantıda olduğum biriyle görüşeceğim."

"Sürekli görüşüyor musun," diye sordum. En azından bir miktar rahatlamıştım.

"Eski bir tanıdık. Güvenilir biri. Merak etme, çok geç olmadan geri gelmiş olacağım."

"Ben tanıyor muyum bu tanıdığı?"

"Hayır!" dedi hemen.

Beni bu sefer de  dudaklarımdan öptü. Yanımdan hızla uzaklaşarak gözden kayboldu. Bu aniden ortaya çıkan güvenilir kişinin kim olduğunu düşünürken dakikalar bir türlü geçmiyor, beni sıkıntımla baş başa bırakan Lucca'yla ilgili endişelenmemi engellemiyordu. Hamileliğimin de vermiş olduğu duygu dalgalanmaları beni yeteri kadar zorlarken bir de yakalanacağımıza dair düşüncelerle kendimi sıkmak istemiyordum.

Dakikalar sonra Margaret biten çayımı masadan kaldırmak için yanıma geldiğinde, endişeli olduğumu anlamış olacak ki yarım yamalak İtalyancasıyla karışık Fransızca nasıl olduğumu sordu.

İyi olduğumu söylesem de endişeli gözlerle bana bakmaya devam ediyordu.

"Ne oldu Margaret? Bana bir şey mi söylemek istiyorsun," dedim meraklanarak.

"Hayır... hayır hanımefendi. Bebek? Bir sorununuz var?" diye yarım yamalak sordu.

"İyiyim sadece Angelo'yu merak ettim."

"Beyefendi ilgili endişe etmek yok. Sizi yalnız bırakmadan dönecek. Önceden dışarı çıkmak var, beyefendi. Kuzeniyle birlikte. Sıkılmasın siz," dedi beni rahatlatma amacıyla gülümseyerek.

"Kuzeniyle mi," diye sordum bir an boş bulunup.

"Evet, kuzen. Siz bilmiyor?" derken yüzü kızarmış, yanlış bir şey söylemiş olduğunu düşünüp hemen başını eğmişti.

"Kuzeni derken... Adının ne olduğunu biliyor musun," diye sordum.

"Hayır, hanımefendi," dedi hemencecik.

"Şu sarışın, bayan kuzeninden bahsediyorsun değil mi?" diye sorunca başını olduğu yerden kaldırmadan salladı ve dikilmeye devam etti.

"Benim işim var, izin verin hanımım," diye geri geri adımlamaya başlayan Margaret'a "Önce bana cevap verirsen, sevinirim," dedim onu daha fazla ürkütmemeye çalışarak.

Sadece başını sallamakla yetinmişti.

"Onun burada olduğunu bilmiyordum," diyebildim, ağzından daha fazla laf alabilmek umuduyla. Lucca benden habersiz ne gibi gizli işler çeviriyordu, merak ediyordum.

Ve bu gizemli sarışın kuzeni olmayan kadın da kimdi?

"Kuzen buraya geldi ama şimdi gelmek yok. Arabayla gitmek onunla beyefendiyi," dedi bir çırpıda.

"Anlıyorum," derken elim istem dışı karnıma gitmiş, muhtemelen de yüzüm aniden solmuştu.

Aklıma gelse de ihtimal bile vermek istemediğim bu eski tanıdığın Elsa olması muhtemeldi.

Ve şimdi ne yapacağımla, Lucca'ya bunu nasıl soracağımla ilgili hiçbir fikrim yoktu. En önemlisi de duymak istemediğim bir cevabı kaldırabilecek miydim?

Onu bahçede beklemekten sıkıldığım anda yatakta biraz uzanıp, dinlenmek istemiştim ama hamileliğimin en büyük keyiflerinden biri olan öğleden sonra uykularımı bile kaçırtan bir düşünceyle bir taraftan diğerine dönerken uyuyamamıştım. Gözlerimi ne zaman kapamaya kalksam Elsa'nın o hatırladığım sırnaşık gülümsemesi gözümün önüne gelmişti. Dahası yanında da Lucca'yı hayal eden bir zihin bana pek de yardımcı olmuyordu.

Huzursuz geçen iki saatin sonunda Lucca yatak odamızın kapısının önünde belirmiş arsız gözlerle beni seyrediyordu. Yorgun bakışlarında farklı bir heyecan vardı. Tehlikeli derecede etkileyici görünüyordu. Dudaklarının etrafını saran gülümseme sadece beni özlediğini belli etmek için oraya kondurulmuş gibiydi. Onun bu yeni sakallı haline çok kolay alışmıştım çünkü beni öperken tenime değen sert sakalların bıraktığı yakıcı hissi seviyordum. Bir anlık görüntüsü bile aklımdakini, sinirimi unutturmaya yetmişti ama kendimi hemen toparlayıverdim.

Beni her haliyle ona ne kadar kızgın olsam ya da hayal kırıklığına uğrasam da etkilemeyi başarması sinir bozucuydu. Onun bana hakim, güçlü iradesi sayesinde ayakta tuttuğumuz, istekli bir şehvetin sarmaladığı tutkulu bir aşkımız vardı. Eski günahlarımızı arkamızda bırakırken, sadece birbirimize tutunup yalan söylememeyi öğrenmeliydik ama bana bugüne kadar her şeyi olduğu gibi anlattığını düşündüğüm adam niye bugün ve bundan önceki günler bazı şeyleri saklama gereği görmüştü anlayamıyordum ama birazdan onunla yüzleşecektim.

Düşünceli bir şekilde bakışlarımı karşımda dikilen adamın yüzünde gezdirdim. Gözlerinin derinliklerinde bilinmeyenlerine dair cevaplar bulabilmeyi umuyordum. Ama istediğim şey olmadı. O bakışlarda sadece yakıcı arzusu vardı. Her zaman olduğu gibiydi; ne  eksik ne fazla.

Düşündüğüm gibi sakladığı şeye dair bir iz bulamadım ama saatler önce, Margaret'in bana anlattıklarının doğru olup olmadığını hemen şimdi öğrenmeliydim.

Ayağa kalktım ve yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimin sesinin duymazdan gelerek, yanına kadar ilerledim.

Konuşmama fırsat dahi vermeden anında, beni belimden yakalayıp, "Ne oldu," diye sordu.

"Ne mi oldu?"

"Bakışların konuşacaklarından daha fazla şey anlatıyor. Ben evde yokken ne oldu da bu hale geldin," derken beni biraz daha yakınına çekmişti. Artık onunla tehlikeli bir mesafedeydik. Bu tehlike onun çekim gücünden, beni zayıf hale getiren baskın tavrından kaynaklanıyordu.

Biraz rahat nefes alabilmek için ondan bir adım uzaklaştım. Bu hareketim onun kaşlarını olduğundan daha da çok çatmasına sebep oldu.

"Aşağıya inelim, lütfen. Karnım acıktı," diyebildim. Birazdan söyleyeceklerim  değil de bana anlatacakları konusunda endişeliydim.

"Sen burada bekle. Ben bir şeyler getiririm," diye buyurdu. Sinirli hali, sadece benim sert ve uzak tavrımdan kaynaklanmış gibi görünmüyordu. Sanki canını sıkan başka bir şey daha varmış gibiydi.

"Peki," diyerek daha fazla diretmedim. Kafamı toparlamak için, biraz daha vakit kazansam iyiydi. Belki de olanları ben abartıyordum.

Aradan geçen on dakikanın sonunda Lucca elinde tepsiyle odaya girdi. Benim için biraz taze meyve, sandviç ve su getirmişti. Yatağın yanındaki koltuğa yerleşmiş dışarıyı izliyordum. Tepsiyi sehpanın üzerine bırakınca, "Bugün kiminle birlikteydin," diye dayanamayıp yüzüne bakmadan malum sorumu sordum. Sorum sadece bir saniye olduğu yerde hareketsiz kalmasına neden olmuştu.

Ardından da duraksamadan yanımdaki tekli koltuğa geçip oturdu. Karşılıklı koltuklarda birbirimize bakarken, gereksiz bir biçimde temkinli göründüğünü fark ettim.

"Cevap verecek misin?"

"Elbette, vereceğim. Ama öncelikle yarından itibaren Margaret ve eşini bir daha burada göremeyeceğini bil," dedi düşünceli bir halde.

"O zavallı insanları sadece benimle konuştukları için işten çıkaramazsın! Bu yaptığın acımasızlık! Ve hala kiminle buluştuğunu söylemediğinin farkındayım," diye sertçe söylendim. Kendine olan bu haddinden fazla güveni sinirimi bozuyordu.

"O kadının senin kafanı neyle doldurduğunu gayet iyi biliyorum. Ayrıca burada olanlarla ilgili konuşmamak için işe başlamadan önce oldukça detaylı bir sözleşme imzaladılar. Kim olduğu fark etmez, benimle ilgili tek kelime etmemeyi kabul ettiler," dedi.

Ağzım söyledikleri karşısında bir karış açık kalmıştı. Kendimi toparlar toparlamaz öfkeyle, "Ben hiç kimse değilim. Karınım," diye bağırdım.

"Beau, aşkım bunun seninle hiçbir ilgisi yok. Sana güvenmediğimi asla düşünemezsin. Düşünmemelisin! Şu anda kafandan geçenleri biliyorum; bunu sakın bize yapma! Burada seninle kaçak bir hayat yaşıyoruz, kimseye ama kimseye güvenemeyiz. Birbirimizden başka kimsemiz yok. Bu insanları da böylelikle güvenilirlik konusunda test etmiş olduk. Artık bizimle işleri olamaz, anlıyorsun beni değil mi," diye sorarak yavaşça benim olduğum yere doğru eğildi ve elimi tuttu.

Onun bu umursamazlığına daha fazla dayanamayıp elimi elinden hızla geri çektim.

"Söyleyeceklerin bu kadar mı," diyerek öfkeyle yüzüne baktım.

"Elanor," dedi bakışlarını bana hiç çekinmeden dikerek. Gözlerimi birkaç saniye sıkıca yumdum ve telaffuz ettiği ismi yanlış duymuş olabileceğimi düşünerek başımı hissettiğim aldatılmıştık duygusuyla salladım.

"Elanor," diye fısıltıdan farksız, acı bir sesle söylediği ismi tekrar ettim.

"Sana, kafandan geçen şeylerin saçma olduğunu ve her ne düşünüyorsan bırakmanı söyledim."

"Elanor! Bana, lanet olasıca, sana aşık o kadının adını söylerken kafamdan geçenleri bildiğini iddia etme sakın, Lucca!"

Ona yok edici, sarsıcı bir bakış attım. Muhtemelen tam da bir delinin sınırda gezindiği anlarda attıklarına benzer bir bakış olmalıydı.

"Sakin ol, Beau. Sana kiminle buluşacağımı söyleseydim, aynen bu tepkiyi vereceğini biliyordum. Onunla buluşmamın tek bir sebebi var," dese de onu daha fazla dinlemek istemiyordum. Hızla ayağa kalktım ama peşimden o da ayaklandı ve beni kolumdan sıkıca tuttu.

"Nereye gidiyorsun? Beni dinlemeyecek misin," diye çılgınca bağırdı.

Avazım çıktığı kadar, "Dinlemeyeceğim!" diye bağırdım. Kolumu hala bırakmamıştı.

"Ben gelmeden önce de görüşüyormuşsunuz! Bari beni yanına aldırmasaydın, ne güzel yok olmuştunuz ortadan. Rahat rahat görüşürdünüz işte," diye sesimin çıktığı kadar bağırmaya devam ettim.

"Kendine gel! Saçmalıyorsun. Bu söylediklerine gerçekten inanmadığını biliyorum ama mantıksız konuşmalarınla beni giderek kırıyorsun!" diye söylendi. Onunla kavga ediyor oluşumuza inanamıyordum. Onca olan şeyden sonra bu geldiğimiz nokta beni mahvediyordu. Yanaklarımın kızarıp, bir ton koyulaştığını başımın hafiften dönmeye başladığını hissedebiliyordum. Beni rahatsız eden tutuşu bir yandan düşmemi engelliyordu.

"Böyle şüpheli ve kapalı bir hal aldığın zamanlardan nefret ediyorum. Her şeyi sonradan öğrenmekten nefret ediyorum!" diyerek, kalktığım koltuğa gerisin geri çöktüm. Kendimi aptal gibi hissediyordum.

Oturduğum yere dizleriyle çöküp, suratını benimkine yaklaştıran Lucca yanaklarımdan süzülen yaşları parmaklarıyla silmeye başladı. Öfkeyle başımı yana çevirince, bu sefer de çenemden tutup ona bakmam için beni zorladı.

"Beni dinleyeceksin!"

"Sanki aksine izin vereceksin," diye ağzımın içinde geveledim. Söylediğime tepki bile vermedi.

"Onunla bir süredir görüşüyorum ama gizli saklı olması gerekiyordu. Birkaç kez beni evden aldı; o zaman da güvenli bir yerde konuşuyorduk. Ama sandığın gibi bir şey asla olmadı, olamaz. Onu sadece Amerika'yla ihtiyacım olduğunda bağlantıda olmak için çağırıyorum. Onun tanıdığı kişiler, şu anda benimkilerden daha fazla işime yarıyor. İnan bana, ona ihtiyacım var. Bu durumda ona güvenmek zorundayım."

"Hala sana olan zaafından faydalanmaya devam ediyorsun," diye zorlanarak konuştum.

"Eğer yargılanmadan eve dönüşümüzün bileti onun ellerindeyse evet, bu dediğini yapıyorum. İkimiz ve bebeğimiz için bunu yapıyorum," dedi gözlerimin içine dosdoğru bakarak.

"Sen neden bahsediyorsun," diye şaşkınca sorarken akan gözyaşlarım söyledikleriyle bir anda bıçak gibi kesilmişti.

Lucca eve geri dönmekten bahsediyordu. Bunun mümkün olabileceğinden bana nasıl bahsetmezdi?

LUCCA 2Место, где живут истории. Откройте их для себя