"evdeyim," dedi mecnun sorar gibi. "...ne oldu?"

"müsait misin?"

"sayılır..." buğra bitkin bir şekilde yüzünü kapattı.

"tamam, benimle konuşuyorsun o zaman şu an."

birkaç saniye sustu mecnun. "ne konuda?"

"mesaj mı atayım, buradan mı konuşalım?"

"buğra ile ilgili mi konuşacaksın?" buğra parmağını ısırdı.

"ya nereden biliyorsun yanımda olduğunu?"

"bir de yanında mı amına koyayım?" diye çıkıştı mecnun. "hoparlörde miyim şu an peki?"

aceleyle hoparlörden çıkardı ali. "yoo, ne alaka?" telefonun öbür tarafından gelen sesi dinledi. "tamam, ağlama." yüzünü buruşturup "ya ben olayları ozan'ın yarrağından mı dinleyeceğim amına koyayım? neden gizliyorsunuz? biri diğerine yolluyor, o da diğerine. annenizden çıktığınız günü sikeyim gerçekten ya. siktir git yat uyu, uyku düzenini de sikmişsin zaten. üç gündür sevgilimle sevişmiyorum yemin ederim size salarım tüm sinirimi." telefonu kulağından uzaklaştırıp kapattı. "uykusundan uyandırmışız amcığı sözde."

"uyku düzenini mi bozmuş?" dedi masumca takıldığı yeri sorarken.

"siktirin gidin harbiden ya," sinirli sesi çok da ciddi çıkmamasına rağmen ali kaşlarını çatmıştı. "...inşallah çocuğunuz da sizin gibi olur."

"ağrı kesicin var mı?" diye sordu buğra konuyla alakasız.

"var amına koyayım," dedi ali çantasına uzanırken. "...tedarikçin de benim, ırgatın da benim," çantasından ağrı kesicisini ararken hâlâ söyleniyordu. "...acil durum numaran da benim, her bir sikin benim. bir dedemi sikmediğin kald- majezik mi vermidon mu?"

"fark etmez."

"al," diye uzattı ağrı kesiciyi. "...suyu siksen gidip getirmem."

"ver, tamam." diyerek aldı buğra ağrı kesiciyi. sakince ayağını yataktan uzattığında baş ağrısından gözü kapanıyordu. odadan çıkıp mutfağa ilerlediğinde mide bulantısını ise henüz fark etmişti.

mutfağa gidip hiç uğraşmadan çeşmeden bardağa doldurduğu suyu dudaklarına götürdüğünde elleri titriyordu. mide bulantısı o kadar artmıştı ki her an kusabilecekmiş gibi hissediyordu. suyu bir kez daha doldurup ilacı içti. titrek elindeki su bardağını bir kez daha dudaklarına götürdüğünde midesindeki ağrı o denli bastırmıştı ki suyu içer içmez bir elini tezgâha yaslamıştı.

gözünü kapatarak suyu tezgâha geri bırakmaya çalıştığında bardak yere düşmüştü. halıya düşen bardak sesli bir şekilde yerde yuvarlanırken buğra, kırılmadığına şükretmişti. o an yapmak istediği en son şey kırık cam parçalarını yerden toplamak olabilirdi.

raftan temiz bir bardak daha alıp bardağa su doldurdu. düşünmek istemese de fiziksel olarak en kötü hissettiği anlarda dengesini bozan şeyler vardı ve son zamanlarda bunların arasında en ağır basanı mecnun'du. yalnızca birkaç saniye sesini duymak bile buğra'ya aptal gibi hissettiriyordu. mecnun, hayatından atması mümkün olmayan tek kişi olduğu gibi aynı zamanda da tek şeydi. onun için mecnun'dan vazgeçmekle sol kolundan vazgeçmek hemen hemen aynı şeydi. arasındaki tek fark, sol kolundan vazgeçmesi onun için daha kolaydı.

"iyi ki sarhoş değilsin kanka." dedi mutfağa yeni girmiş olan ali. buğra'nın yanına gidip elindeki bardağı aldığında "iyi misin sen?" diye sormuştu.

"sarhoş değilim." dedi tekrar ederek. sahiden de sarhoş değildi, yalnızca fiziksel olarak iyi hissetmiyordu ve alkol bunu tetikliyordu. doğrusu o sırada ali, kesinlikle buğra'dan daha sarhoştu.

"kusmak ister misin?" diye devam etti anlayışla.

"hayır." o sırada en son istediği bir diğer şey de ali'yi kendi fiziksel sağlığıyla uğraştırmaktı.

"tamam," dedi bardağı tezgâha koyup. "...yardım edebile- sen niye alkolün üzerine ağrı kesici aldın lan?"

"daha önce bir şey olmadı," dedi geri çekilerek. "...şimdi de olmaz."

"kalp krizi geçirene kadar devam mı edeceksin buna?" dedi ali buğra'nın arkasından mutfaktan çıkarken.

"daha geçirmedim."

"beynini sikeyim," derken buğra'nın odasına girmişlerdi. "...doğru yaptığın tek bir şey var mı son zamanlarda?"

"yok kanka," dedi sandalyeye otururken. "...başka sorun varsa cevaplayayım."

"sende unuttuğum bir şey var mı?"

"ne?"

"babam mesaj atmış," dedi ali ceketini yatağın üstünden alırken. "...aşağıdaymış. bir şeyimi unutmuş olabilir miyim? kulaklığım falan..."

kızıllaşmış gözleriyle yatağa göz attı. "unuttuysan getiririm."

"nereye getireceksin amına koyayım?" diye mırıldandı çantasına bakarken. "ankara'ya gidiyorum yarın."

"kaçtaydı otobüsün?"

"hatırlamıyorum ki." derken çantasını kapattı. "unutmadım herhalde bir şey ya. sen daha iyi hissediyor musun?"

başını salladı. "uyurum zaten birazdan." derken ayağa kalkmıştı.

"çıkıyorum o zaman ben."

buğra ondan önce kapıyı açıp ali'nin dışarı çıkmasına yardım ederken "cüzdanın yanında mı?" diye sormuştu.

"herhalde yanımdadır," diye geçiştirdi ali. "...yatakta bir şey kalmadı zaten."

"sabah gitmeden önce," derken ali'nin ayakkabılarını giymesini bekliyordu. "...bir şeye ihtiyacın olursa yaz."

"daha da bir sikimi yazmam," diye azarladı ali onu. "...bana aranızda olanları anlatmadan bir şeyimi anlatmayacağım size." doğrusu ali gerçekten de bu konuda haklıydı. dışarıdan bakan birine göre aralarında en çok derdi çekilen kişi buğra gibi gözükse de bu tam tersiydi. ali bugün, buğra'nın yanına aslında biraz da dertleşmek için gelmişti. saatlerce ankara'da yaşadığı tüm kötü şeyleri buğra'ya anlatıp aldığı nitelikli onlarca teselli aldıktan sonra buğra'nın ona hiçbir şey anlatmıyor oluşu ali'ye belli etmese de kötü hissettiriyordu.

"ağlama ya gece gece," dedi buğra sıkılarak. "...yazarsın işte."

"anneni yazarım kanka," omuzunda çantasını düzeltti. "...iyi geceler."

yaslandığı kapıdan sessizce "iyi geceler." dedikten sonra ali de merdivene gitmişti. birkaç saniye sonra kapıyı kapattıktan sonra ise buğra, yorgun bir şekilde yatağa yattı. aslında düşününce buğra ve selim gerçekten de çok benziyordu. birkaç dakika bu aptal benzetmeyi düşündükten sonra buğra, uyuyabilmek adına yastığının altındaki ilaçtan iki kapsül aldı ve bildirim ışığından rahatsız olduğu için telefonunu ters çevirip gözlerini kapattı.





*

rideauWhere stories live. Discover now