otuz yedi

4.2K 404 368
                                    






*
cumartesi
20.57
mecnun
buğra

tezgâhın üzerindeki bardağı alıp çeşmenin altında ıslattıktan sonra bulaşık makinesine son bulaşığı da attı ve makinenin kapağını kapattı. elini hafifçe durulayıp kuruladıktan sonra telefonunda çalan müziği susturdu, masanın üstündeki sigarasını da alıp mutfak sandalyesine oturdu. evde yalnız başınaydı.

sınıf grubuna atılan son pdf dosyalarına bakarken kül tablasını kendine çekmiş ve gözlerini kısmıştı. o an bunlarla uğraşacak kadar iyi hissetmiyordu kendini. birkaç satır, atılan dosyanın önemli olup olmadığını anlayacak kadar okuyup geri çıktığında sigarasını dudaklarına götürmüştü.

gözü telefondayken yerinden hafifçe kalkıp mutfak penceresini açtı. içeriye giren soğuk havayla beraber el bileklerinin üşüdüğünü hissetti. içinde tuhaf, yabancı bir duygu vardı.

içinde yakın arkadaşlarının olduğu gruba girip mesajları okurken bu his hâlâ geçmemişti. bildirim panelini indirip çalan şarkıyı devam ettirirken sesi iki dişe kadar kıstı. derin bir iç çekip sırtını sandalyeye yasladığında mecnun, tahmin edemeyeceği kadar yabancı hissediyordu.

aradan dakikalar geçti, bu his midesinin bulanmasına ve parmak uçlarının soğumasına neden olacak kadar ağır basana dek telefonu öylece açık, aynı ekranı göstererek tavana bakıyordu. mecnun geriye yaslanıp gözlerini kapattı, mutsuz değildi ancak mutlu da değildi. hissiz değildi, ani herhangi bir gelişmede ağlayabilecek kadar hassastı ancak bu kadar güçsüz de değildi. sadece, aşamadığı şeyler vardı.

böyle zamanlarda genelde sigarası bitene kadar bu duygu geçmez, kül tablasını boşaltınca zihni birkaç saniye dinlenir ve eski hâline tam olarak dönemese de az çok rahatlardı ancak artık kaçıncı sigarasını içtiğini bilmiyordu ve bu histen kurtulamamıştı. içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor, bazen öyle ağırlaşıyordu ki hiç doğmamış ve bu arada kalmışlığı hissetmemiş olmak istiyordu. sigarasının külü tablaya düşene kadar bekledi ve iki parmağının arasındaki filtreyi izledi, yorgundu.

uzun zamandır olan her şeye buğra'nın açısından bakmaya çalıştığı için kendini görmezden gelmişti. atladığı noktada ise mecnun, kendini anlamıyordu ve bunun nasıl geçeceğini bilmiyordu; daha önce hiç kendini teselli edecek kadar yalnız olmamıştı.

aklındaki buğra'yı çok özlemişti.

derin bir nefes verip parmak uçlarını şakağına bastırdı. aradan o kadar zaman geçmişti ki artık içi soğumuştu ancak içindeki kalıplaşmış his buğra'yı affedemeyecek kadar ağırdı. onun yüzüne bakabilecek kadar normale dönmüştü ancak hâlâ onunla konuşmak, ona dokunmasına izin vermek istemiyordu. içi ne kadar soğursa soğusun aşamadığı bu travma mecnun'a yabancı hissettiriyordu, hayatının hiçbir evresinde bu kadar bitik olmamıştı.

uzun süredir dokunmadığı için ekranı kararmış telefonunun kilidini açtı. sohbetler arasında ezbere bildiği o numaraya gittiğinde artık alıştığı bu kişiyi engellediniz yazısına bastı ve engeli kaldırdı. bunu yaparken herhangi bir amacı yoktu, zaten buğra'nın kendisine yazacağını düşünmüyordu. yani, belki yazardı ve o da cevap vermezdi.

zaten yaklaşık yarım saat içinde de öyle oldu. bildirim panelinden buğra'nın numarasına basıp arasam açar mısın? yazdığı mesajı okuduktan sonra geri çıktı. cevap verme gereği duymamıştı. cevabını zaten aradığında net bir şekilde alabilirdi.

buğra da cevap almak için aramıştı zaten. ne yapacağını ezbere bilen mecnun yalnızca yüzünü avucuna yasladı ve ekrandaki aramaya baktı. aslında açmak gibi bir düşüncesi yoktu ancak kendini o kadar kötü hissediyordu ki telefonu eline almaktan kendini alıkoyamadı. bu her ne kadar bencilce olsa da mecnun'un, kendinden başka birinin daha kötü hissettiğini duymaya ihtiyacı vardı.

rideauHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin