Final - Kısım I: Gerçek Yalanlar

Start from the beginning
                                    

Ona doğru adımladım. Her adımım, içimden firar eden bir çığlık gibiydi. Sessizdi...ama yıkıcıydı etkisi.

yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili

Gözlerime değen gözlerinde Zümrüt Şehri'nin ışıltısı vardı hâlâ. Onunla karşılaştığım o ilk andan beri hiç kaybetmemişti o ışığı. Beni, çiçeklere çekilen bal arıları gibi, kendisine çeken şey de bu olmuştu aslında.

"Geldin." dedi. Bana doğrultulmuş bir namluydu gözleri.

"Geldim." dedim. Gözlerim nemli...*

"Bakışlarında bir tuhaflık var." dedi, gözlerinde duygularını anlamama engel olan bariyerler varken.

"Nasıl bakıyorum sana?" diye sordum. O an fark ettim ki dünyaya hiç bakmamıştım onun gözünden.

"Olmaması gereken bir şey olacak bugün." dedi sessizce. "Gözlerinden okuyorum içini."

"Ben okuyamıyorum." dedim, sessiz haykırışlar saklıydı içimde. Gözlerimi kaçırdım gözlerinden. "Hiç okuyamadım belki de."

"Hiç görmeyi denedin mi?" diye o sordu bu sefer. "Neyi?" diye soruyla cevap verdiğimde, buruk bir acıyla güldü. "Boşver."

Ne kadar beklersem bekleyeyim burada, ne kadar izlersem izleyeyim onu...Gece sabaha döndüğünde, olması gereken her neyse o olacaktı. Ellerinden tutmak, ona sarılmak, kokusunu duyumsamak...geciktirmekten başka bir işe yaramıyorsa olacak olanı, uzatmanın ne anlamı vardı?

"Biz..." diye başladım ancak boğazımda oluşan yumru, bırakın konuşmamı, nefes almama bile izin vermiyordu. Görüşüm yaşlarla bulanıklaşmaya başlıyordu, tırnaklarımı avuç içlerime batırarak engellemeye çalıştım akmalarını. Ona bakmıyordum. Ona bakarsam nasıl dile getirecektim söylemek istediklerimi? Ancak o an gözlerim, gözlerine çekildi. "Ayrılalım."

Levent'in gözlerine yerleşen duvar, kalbimin çevresine örülenden farksızdı sanki. "Ne?"

"Ayrılalım, diyorum." diye cevap verdim kararlı tutmaya çalıştığım sesimle. Oysaki kararlı olmaktan çok uzaktım. İçimde bir terazi kurulsa ve bir kefeye Levent'e hissettiğim duygu koyulsa, diğer kefede ne olursa olsun baskın kefe, ona hissettiğim o duyguyu taşıyan olacaktı sanki. Ben, kendi adaletimi, kendi içimde kusurlu da olsa işleyen o sistemi Levent'i merkeze alarak yeniden kuruyordum şimdi.

Levent, yalnızca beni ve hayatımı değil, içimde var olan her şeyi değiştiren yegâne mucizeydi.

Ona böylesine derinden bağlıyken ayrılmayı dillendirmek, benim için ateşe yürümekten farksızdı aslında. Fakat âşık olmak, ateşe yürümekten daha kötüyse gitmekten başka ne kalıyordu ki geriye?

"Karmen, belki..." derken elini omzuma koydu. Teninden tenime ulaşan, o âşina olduğum sıcaklığı duyumsadım. Sanırım sevgi, tam da böyle bir şeydi.

Bir adım geri çekilerek sıcaklığından mahrum ederken kendimi, yerle yeksân ettiğim kendi kalbimdi. Ve sanırım sevgi, o kadar da masum değildi. Kendi kalbini kırma gücünü başkasına vermene neden olan bir duygu ne kadar masum olabilirdi ki?

"En doğrusu bu. Devam etmemize gerek yok artık."

"Neden?" dediğinde sesinde anlam veremediğim bir duygu saklıydı. Sanki ne olduğunu biliyordum ama...anlayamıyordum. Bakışlarını bir an olsun benden ayırmazken, "Neden?" diye sordu tekrar. Gözlerinde çözümleyemediğim duygular görmekten çekindim o an. Ona bakmak istemedim. Başımı yukarı kaldırarak gözlerimi gece göğünde gezdirmek, aslında ağlamamak için yaptığım bir başka hamleydi. "Bilmem..." dedim burukça gülümseyerek. Biliyordum. Biliyordum ama yalan söylemek, gerçeği söylemekten her zaman daha kolaydı insanoğlu için. Çünkü bizim hayatımızı şekillendirecek güce sahip o gerçek, karşımızdakinin reddedeceği, reddetmek isteyeceği bir şeyse...yalan söylemekten başka çare kalmıyordu. "Sanırım...oyun benim için bittiğinden."

"Oyun..." dedi gülerek. "Her şey senin için bundan ibaretti, değil mi?"

İçimde kopan fırtınalara inat, gözümü bile kırpmadım ona bakarken. "Evet, öyleydi."

"Öyleydi..." diye tekrar ederken, sesinin derinlerinden gelen o hissi duyumsamak mahvetti beni.

Acıyı...

"Anlamsız bir zaman. Bir ömrün kaybolan birkaç günü." diye devam etti Levent, gözlerini benden çekerek. Zümrüt Şehri'nden mahrum bıraktı beni. Ben o şehirden giderken şimdi, adeta nefesim kesildi.

"Kelebek ömrü gibi..." diye fısıldadım.

"Kelebek ömrü gibi." diye tekrar etti. Ve son sözlerini söyledi, kalbine kadar işleyen bir soğuğa kapıyı açan bana. "Kelebek uçtu gitti, hikâye bitti."

Afalladım.

Haftalar önce söylediğim sözleri ondan duymak, kaderden başka ne olabilirdi ki? Bir hikâyeyi başlatan bu sözler, o sözlerden habersiz bir adamla yazılan bu hikâyenin son sayfası için mükemmel bir seçimdi.

çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

Ve bir oyunun perdesi kapanıyordu, gece göğünde parlayan tek tük birkaç yıldızın altında.

öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

Şehir ışıklarının arasında ışığı kaybolan yıldızlar gibiydik biz şimdi onunla.

çünkü ayrılık da sevdâya dahil

Bir ayrılık ânında yitip gittik.

çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili...

EvimWhere stories live. Discover now