8. Mahzenin Kara Kutusu

Start from the beginning
                                    

“Yönetim kurulu başkanımız Gökçe Hanım’ın burada kalmasında ısrarcı” dedi doktor. Olduğum yatakta duruşumu dikleştirip oturur pozisyona gelmeye çalıştım. Yatakta dik konuma gelmeye çalışırken kollarım güçsüzlük içinde titredi. “Onun hiçbir şekilde Gökçe’den haber almasını istemiyorum anladınız mı?” dedi Kerem. Yatakta sessizce oturur pozisyona geldim tamamen.

Yönetim kurulu başkanının kim olduğunu biliyorum artık. O kişiyi tam tanımasam da o beni tanıyor gibiydi. Bana borcu varmış birde. Başımdaki bu olaylardan kurtulayım, kardeşimi göreyim başka bir şey istemiyordum.
Çenemi dizime yaslayıp serumun üzerindekileri okudum halsiz bir çaba içinde. Midemdeki bulantıyı, başımdaki hafiflemiş olsa da sızısını unutmak adına bakıyordum.

%5 dextroz yazıyordu. Acilde staj yaptığım zamanlarda sıvı kaybı olan ya da kusan hastaların enerjilerini yerine getirmek adına doktorun talimatıyla hastaya intravenöz şekilde verirdim. Her şey rutin olarak işlenirdi. Hasta gelir sedyeye oturur doktora şikayetini açıklaması için onları baş başa bırakırdım. Doktor adımı seslenir hastanın ateşini ölçüp vital bulgularını not ederdim. En sonunda hastaya aynı serumu verirdim. Kimi hastaların sevgilisinden sırf ayrıldığı için bir sürü ilaç içip intihar ettiğine bile şahit olmuştum. Bir hasta ise acildeki doktorun birine aşıktı. Tam beş kez beş farklı şikayetle acile geldiğini bilirdim mesela. İnsanların aşkı uğruna yaptıklarını da görmüştüm yaşamak için verdiği savaşları da.

“Güzel, anlaştığımıza sevindim. Gerekli olan her şeyi Tugay’a da bir bir söylersiniz siz. Ve ne Gökçe’nin ne de onun kardeşinin odasına bizden başkasını almanızı istemiyorum” dediğinde kolumda duran mavi renkteki intraketi çıkardım. Yanımda bulunan küçük komodinin üzerinde duran peçetelikten bir peçete alıp akan kanın üzerinde durdurdum. Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıtırken burkulmuş ayağımda acıyı çok net hissedemedim. Çok keskin bir ağrı kesici vermişlerdi demek ki.  “Peki Kerem Bey. Yalnız Gökçe Hanımla görüşmek istiyor polisler. Bu konuda da size tolerans gösteremem” dedi doktor.

“Sorduklarında henüz hastanızın kendine gelmediğini söylersiniz en azından” dedi Kerem. Karşımda duran pencereden trafiğin yoğunluğunun sesleri, kornaların kulak gıdıklayıcı sesi geliyordu. Karşıda görünen apartmanlardaki ışıklar yanmaya başlamıştı. Hastanenin odasındaki gece lambası erkenden açılmıştı. “Peki, öyle yaparım Kerem Bey ancak Gökçe hanım kendine geldiğinde mutlaka polislerle bir görüşme yapmaları gerekiyor” dedi.

Başım dönüyordu. Yanımda duran serum şişesine baktım, yarısından fazlası damarıma aktarılmıştı. Eğer dakikada akan damla sayısını arttırmasaydım ve uyanmamış olmasaydım bu serum yarım saatte anca biterdi. Midem bulanıyordu.

“Ben yine uğrayacağım Gökçe Hanım’ın yanına. Şimdi kızkardeşini de ziyaret edeceğim. Görüşmek üzere” dedi doktor. Kerem sesli bir şekilde karşılık vermedi. Belki duyamadım belki de başıyla selam verip göndermişti, bilemiyorum.

Yaşadığım ve bu sergilediğim halsiz tavır beni örümcek ağlarının bulunduğu bir ana itiyordu. Kendimi o ağlardan kurtarmaya çalıştıkça daha çok yoruluyor daha çok o ağlara takılıyordum.

Örümcek kimdi? Başıma bela diye ağı ören örümcek kimdi?

Kapı açıldı yavaşça. Bu VIP odalarının kapısı bile sessizce açılıyordu. Sırtım kapıya dönüktü. Başım ise pencereye dönük. Gelen kişiyi tahmin etmek zor değildi.

GECENİN KIYISINDAWhere stories live. Discover now