Celali - 2 - Prolog

18.1K 1K 58
                                    


Bir deli adamdı Celal, yüreği dağlar kadar, tek bir feryadı gök kubbeyi aşar.

Harbe giden bir sarı saçlı çocuktu Celal, gözyaşı parlak, alnı ak, yazgısı ak.

Bir divane kartaldı Celal, toprağına, şerefine, damarındaki kanına aşkın öz sütüyle sevdalı.

Belanın ta kendisiydi Celal, umursamaz, vurdumduymaz, hatır gönül saymaz.

Celal öyle bir adamdı ki adında bile iki taraf taşırdı, hem ulu demekti Celal hem öfke.

Ve tenha bir köşe başında, ıssız sokakta, sokak lambasının ışığının en az vurduğu tarafta, yalnızca onun adımları ve boğazına kama dayalı adamın can havliyle nefes alışları duyulurken, geceyi inleten bir ses çalındı Celal'in kulaklarına;

" Rahat bırak adamı Celali! " dedi Hasan Baş komiser.

Bir başka babayiğit, bir başka cihan pehlivanı diye geçirdi içinden Celal, duyduğu sesin sahibini tanıdığında. O vahşi yüzüne aykırı duran ama tek bir gülümsemeyle akılları baştan alan, gülkurusu dudakları biraz neşe biraz alaylı bir gülüşle kıvrıldı.

Celal'in kamasıyla sokak duvarı arasına sıkışmış adamın boğazındaki o incecik ışıkta dahi kendini belli eden bıçak, önce hafifçe yaptığı baskıyı azaltıp, adamın şah damarını serbest bıraktı. Ardından, adam tam da derin ve güvene sarılı bir nefes almaktaydı ki Celal, kamasının ucunu adamın kulak memesinin bittiği yerden çenesi boyunca ince bir hat çeker gibi gezdirdi.

Adam, akan kanı boynunda hissetti. Çığlığı koyuverse, biliyordu ki bu Celal'i daha da ateşleyecek, bıçak vücudunda çok daha derin bir yara açacaktı. O yüzden dilini ısırıp, yumruklarını sıktı ve cehennemden bir parça kor sürülmüşçesine yanan yüzünün acısına dayanmaya çalıştı adam.

Celal, faça izi olan ve normalde de gergin duran kaşını aferin, akıllı adammışsın dercesine havaya kaldırdı. Bıçağı basılı tuttuğu etten çektiğinde Hasan Baş komiser'in sesi bir kez daha yankılandı;

" Sana diyorum Celali, getirme beni oraya! "

Son bir güzellik yaptı Celal elleri altında tir tir titreyen adama, bıçağını kınına yerleştirdikten sonra adama sessizce gülümsedi ve adamın yanağına, kanamaya devam yere hafifçe iki defa vurdu.

Bu kez zavallı adam kendine hâkim olamamış, acının üzerine acı eklenmesiyle dişleri arasında zar zor tuttuğu çığlığı ufak bir inilti halinde koyuvermişti. Duyduğu sesle Celal yeniden adamın üzerine eğilip, sıktığı dişlerini göstermiş, elini yeniden belindeki bıçağa atmıştı. Sonra da bir anda geri çekilip, ardına dahi bakmadan karanlığın içinde, gölgelerin arasında yürümeye başlamıştı.

Sırtını, ardında bir ölünün yattığı duvara yaslayıp, elini cebine attı, üzerinde atmaca resmi olan, gümüş işlemeli tabakaya uzandı. Tabakanın için bir tane beyaz sigara kağıdı alıp, içine bolca tütün yerleştirdi ve özenle sardığı sigarayı dudaklarına götürdü.

Herkes gibi değildi Celal'in sigara içişi, O, başparmağıyla işaret parmağının ucuna sıkıştırdığı sigarayı yine dudağının sağ köşesiyle içerdi. Hep en kaliteli tütünü, en kaliteli kâğıda sarar, kimsenin uzattığı ikramı almaz, muhakkak sarma içerdi.

" Celali " demişti Baş komiser, önce bir anlamını düşündü adına eş bu kelimenin, sigarasından derince bir nefes daha çekti.

İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş Celal'in adamlarına ve ondan yana olanlara, sonraları da ortaya çıkan bütün eşkıyaya verilen isimdi Celali.

Eşkıya demekti Celali, yol kesen, haraç alan, asilik eden, nerde bulursa orada sabahlayan... Ama diğer eşkıyalardan bir farkı vardı onun, asla ve asla Hakkın buyurduklarına karşı gelmezdi o.

Parmakları arasında ufacık kalan sigaraya baktı, filtresi olmadığı için eli yanmadan atması gerekti. Üzerine bastığı izmaritten başını kaldırdığı anda yüzünde katmer katmer bir gülümseme yer etti Celal'in. " Celali " dedi kendi kendine, " Münasiptir... "


CelalWhere stories live. Discover now