Merih yine ufak çaplı bir kısmi kalp krizi yaşayarak yatın arkasındaki yemek masasının gülkurusu rengindeki koltuklarına oturdu. Çantasını masaya bıraktı. Karman çorman bir ifadeyle kendisine gülümseyen Ali'ye baktı.

"Rahat ol, çok güzel yerlere gideceğiz. Ben bu tatil için çok çalıştım. Yemin ederim," dedi Ali bir kez daha. Mutfağa gidip hızlıca dolabı kontrol etti. Her şey hazırdı. İstediği her şeyi dün akşam Merih yıkanırken çıkıp alıp yata getirmişti.

Birer tane bira alıp tekrar güverteye çıktı. Biralardan birini Merih'e verip "Gel hadi, motoru çalıştıralım," dedi.

Merih ağzında geveleyerek "İnşallah çalışır," diye mırıldandı.

Soldaki dar merdivenlerden yukarı çıktılar. Ali önceden görmüş olduğu yatı profesyonelce çalıştırıp, yine önceden planlanmış olan rotaya doğru güzergâha girdi. Birasını içerek, rüzgâr yüzünü yalayıp giderken, tepesinde onu ısıtan güneşle ve en önemlisi hemen sol yanında oturan Merih'le açık denizde olmak muhteşem bir histi. Bugün hiç bitmesin istiyordu. Sonsuza kadar bu yatla böyle gidebilirdi.

Merih'e elini uzatıp onu yanına çekti. Kolunun altına alıp kendine bastırdı. Alnının yanına uzun bir öpücük bıraktı. Sonra onun saçlarını kokladı ve yüzünü onun yüzüne dayadı. Gözlerini kapatıp anın tadını çıkarırken Merih de onun gibi gözlerini kapadı.

"Hayatımın en güzel tatili bu," diye fısıldadı Ali onun burnuna minicik bir öpücük bırakırken.

Merih gülümsedi. "Benim de... benim de öyle. Çok ama çok mutluyum."

Ali geri çekilip biraz onun gözlerine baktı. Sonra uzanıp Merih'i aşkla öptü. "Seni seviyorum Merih'im," derken Merih'in güneşte parıldayan açık kahverengi gözlerinin tam içine baktı.

"Ben de seni seviyorum Ali'm." Uzanıp tekrar sokularak Ali'ye sarılıp başını da onun göğsüne koydu.

***

Merih için tam su kuşu olduğu bir gün olmuştu bugün. Resmen gittikleri hiçbir yerde sudan çıkmamıştı. Ali yemek hazırlamaya gittiğinde bile çocuk gibi suda kalmıştı. Hızlı hızlı yüzerek Ali'yi çokça rencide etmiş, bilumum su şakalarını Ali üzerinde uygulamıştı. O kadar çok gülmüş ve eğlenmişti ki, kendisi için tarihe geçen günlerden biri olmuştu.

Saat yedi gibi, Herke Adası civarındaki cam gibi koylardan birinden ayrılıp, tekrar Simi güzergâhına dönmek için dümene çıkmıştı Ali. Merih yatın ön tarafında Yunan radyosundan bir kanal açmış, Grek müziği eşliğinde, güneş gözlüklerini takmış, boylu boyunca uzanmış güneşleniyordu. Sudan çıkalı ne kadar olmuştu bilmiyordu ama bütün vücudu çoktan kurumuş, hatta saçları bile kurumaya yüz tutmuş olduğuna göre bir hayli vakit olmuş olmalıydı. Şu ana çoktan yola çıkmış olmaları gerekiyordu ama Ali daha motoru bile çalıştırmamıştı.

Şüpheyle gözlerini açıp gözlüğünü çıkararak doğruldu. Belden yukarısını çevirip yukarı baktı. Tam olarak göremeyince ayaklanıp yukarı çıktı. "Neden hala buradayız?" diye sorarken içini çoktan bir korku kaplamıştı.

Ali suçlu bir çocuk gibi ağır ağır arkasını döndü. Endişeyle Merih'e baktı. Hiçbir şey demesine gerek yoktu. Merih bir süre sessizce şok içinde Ali'ye baktı. Konuşabildiği ilk anda "Gerçekten bir yere yıldırım iki kez düşemez ya!" diye bağırdı. Bütün gün kaç defa durup kalkmışlardı, hiçbir sorun çıkmamıştı. Şimdi akşamüstü yine bir şeylerin bozulacağı mı tutmuştu? İnsanlar ne biçim yat yapıyorlardı? Bunların hiç mi bakımı yapılmıyordu? Olacak iş miydi?

"Ali n'olur şaka yapıyorum de ya!" diye yalvardı Merih. Ali iyice utançla arkasına doğru çöker gibi oturdu. Yere bakarken ensesini sıvazladı. "Çok özür dilerim Merih. İnan inip aşağı falan baktım, asla ne olduğunu anlayabilmiş değilim. Yine hiçbir şeyde sorun görünmüyor. Allah'tan bu kez kaptana sinyal gönderebildim. Ama biraz uzaktayız Simi'ye... malum..."

İKİLİ DELİLİKWhere stories live. Discover now