27. Bölüm

1.2K 180 7
                                    

Merih restorana geldiğinde yüzünde her zamanki gibi makyaj olmasına rağmen ağladığı belli oluyordu. Babası bir şey demeden çıkıp gidince Merih de kimseyi mağdur etmemek adına işe gelmişti. Sanmıyordu ama zaten babası işi bırakmasını istese öyle pat diye de bırakamazdı onca yıllık hukuktan sonra.

Kalbi gerçekten paramparçaydı bugün.

Her şeyin zamanla düzeldiği gibi bunun da düzeleceğine inanmak istiyordu ama nedense bir yanı da babasının Zehra Hanım ve Tarık gibi sonuç vermeyeceğini biliyordu. Bu ihtimal onu çok korkutuyordu. Ve babası özellikle Aslı konusunda kendince haklıydı da. Ağzını açıp tek kelime söylemeye yüzü yoktu.

Ali'yi hemen görmeyi istememesine rağmen tabii ki de daha restorana geleli on dakika olmamıştı ki Ali dışarı çıkar çıkmaz onun yanında bitiverdi. Heyecanla ve umutla bakan bir yüzle yanına gelip "Neden gelir gelmez bana uğramadın?" diye sordu.

Merih insanların önünde ağlamaması gerektiğini bilerek alt dudağını ısırdı. Başını tamamen önüne eğmiş, defterine bakar gibi yapıyordu. Ama baktığı yeri gördüğü yoktu. Daha acısı henüz tazeydi ve bırak üstüne konuşmayı, düşünmek bile istemiyordu.

Ali suskunluğu ve duruşu yüzünden onun halini hemen fark etmişti. Ona doğru eğilerek kulağına doğru "Bebeğim ne oldu? O kadar kötü gitmiş olamaz," diye fısıldadı.

"Ali sonra konuşalım mı, şu an Feyyaz abiler az ötede masa düzenliyorlar ve ben neden ağladığıma dair bir yalan uyduracak halde değilim. Bir yalanı daha kaldıracak gücüm yok. Ağlatma beni, durma biraz burada, olur mu? Sonra ben, yapabildiğimde geleceğim."

Ali şok içinde Merih'in kendisine bakmadan konuşmasını dinledi. Sözlerini tamamladığındaysa birkaç saniye tutuk bir halde kalsa da, en nihayetinde hiçbir şey demeden arkasını döndü. Merih'in istediği gibi onu ağlatmadan yanından ayrıldı. Odasına gidip kapıyı kapatana kadar ciddi ve normal ifadesini de korudu. Ama kapıyı kapattığı an fiziksel duruşuna bile yansıyan bir çöküş yaşadı. Omuzları düşerken başını geri atarak kapıya vurdu birkaç kez.

İşte bundan korkuyordu ve olmuştu da. Daha çiftlikte İrfan Bey konusunda Tarık'ı teselli ederken bunun geleceğini biliyordu hem de. Kim isterdi ki biricik kızının, ne istediği belli olmayan, kararsız, düğün arifesinde nişanlısını terk etmiş bir adama emanet etmeyi? Hele de İrfan Bey gibi kızlarını tek başına büyütmüş, onların üstüne titreyen bir adam...

Bütün morali altüst olmuş bir halde odasındaki koltuğa kendini patates çuvalı gibi bıraktı. Boş boş tavana bakmaya başladı. Şu an habis bir sinir hissinin vücudunu sardığını hissediyordu ve bunu engellemek için bir şey yapmak içinden gelmiyordu. Çünkü hayatında ilk kez, bunca zaman sonra kendine kızıyordu. Başkalarına, kendi kontrolü dışında gelişen olaylara kızdığında bu sinirini kontrol altına almayı seneler önce öğrenmişti belki. Ama çok uzun zamandan beridir ilk defa kendine bu kadar yoğun bir şekilde nefret duyuyordu. Zamanı geri almak istiyordu. Hem de deli gibi istiyordu bunu. Zamanı geri almak ve her şeyi düzeltmek...

Sağ elini kalbinin olduğu bölgeye yerleştirerek hızını kontrol etmek istedi. Adrenalin patlaması yaşadığı kalp atış hızından çok net belli oluyordu. Kanının da vücudunda delicesine aktığını hissediyordu. Derin birkaç nefes alarak ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. Sakinleşmeye çalışıyordu fakat hiç işe yaramıyordu denemeleri. Artık başı bile zonklamaya başlamıştı kızgınlıktan. Rehberden İrfan Bey'in numarasını bulup üstünde durduğunda parmağı arama yapma tuşunun üstünde asılı kaldı. Şu an araması ne kadar akıllıcaydı bilmiyordu çünkü çok sinirliydi. Yanlış bir şey deyip daha da kötü hale getirmek istemezdi durumu.

İKİLİ DELİLİKWhere stories live. Discover now