15. Bölüm

1.3K 193 35
                                    

Evinin bahçesinde, çimlerin üstünde oturuyordu. Yere mat sermemişti. Şort giydiği için yarı çıplak bacakları toprağı ve çimleri hissediyordu. Elleri dizlerinin üstündeydi her zamanki gibi. Sırtı dimdikti. Gözleri kapalıyı ama sıkı değildi. Sadece gözkapakları nazikçe gözlerini örtmüştü. Hiçbir kası kasılı değildi. Tüm vücudu, uçsuz bucaksız bir suyun üzerinde süzülüyormuş gibi rahat ve gevşekti. Aşağı yukarı yarım saattir böyleydi. Kendini müthiş iyi hissediyordu.

Bu derin meditasyonu esnasında zihnini birçok garip düşünceden temizlemişti. Arada belli periyotlarla uzun ve derin nefesler alıp veriyordu. Onun dışında rutin nefesine devam ediyordu. Vücudundaki tüm negatif enerjiden sıyrılmış, sadece güzel ve onu mutlu eden şeylere odaklanmıştı. Aklına bir düşünce geldiğinde, bunun güzel bir düşünce olmasına özen gösteriyordu.

Ve son zamanlarda güzel bir düşünce, güzel bir his dediğinde aklına gelen yegâne şey, yeni yeni hayatına dâhil olan tazecik kalp kıpırtılarıydı. Senelerdir hiç hissetmediği, yıllar sonra tekrar yolunun kesiştiği o muhteşem duygu. Ancak on beş koca yıl sonra ilk kez kapısını çalmıştı bu hisler. Hem de senelerdir gözünün önünde olanı ancak görerek.

Artık biliyordu. İstediği kadar kandırmaya devam edebilirdi. İstediği kadar dolaplar çevirebilir, oyunlar oynayabilir, yalanlar söyleyebilirdi. Artık Ali o aydınlanma çizgisini geçmişti. Haftalardır içinde olduğu anlamsız sürüncemenin perde arkasını görmüştü. Büyük halasının sözlerini daha erken ciddiye almış olsaydı, belki de daha erken bunu keşfetmiş olacaktı. Ama bu bile bir şeydi. Gerçekten tüm bu olanlar şeytanın aklına gelmezdi.

Yirmi beş yıldır tanıdığı Merih Özer'den beklediği en son şey buydu. Bir müşteriye telefonda ufacık beyaz bir yalan söyleyip "Bu akşam tüm masalarımız dolu," bile diyemeyen Merih Özer, haftalardır kendini çok zeki zanneden o Ali'yi parmağında oynatmıştı resmen. İnanamıyordu buna.

Sebebini bilmiyordu. Henüz öğrenememişti ama elbet onu da öğrenecekti. Her şeyin hesabını tek tek soracaktı. Ama zamanı gelince bunu yapacaktı. Çünkü şimdi oyun sırası kendisindeydi. Artık çırakların usta, ustaların emekli olma zamanıydı.

Aslında iki şaşkın defalarca fire vermişlerdi. Defalarca kez şaşırmışlardı. Nasıl daha önce anlamamıştı, asla anlayamıyordu Ali. Onca zamandır gözünün önündeydi, barizdi. Bu kızı senelerdir tanıyordu. Tanrı aşkına çocukluğunu biliyordu!

Çocukluğunu bildiği o kıza âşık oluyordu...

Hem de yaptığı her şeye rağmen...

Onu düşündüğünde kandırıldığı için çileden çıkması gerekirken kızamıyordu bile. İhanete uğramış gibi hissedemiyordu. Tek düşünebildiği ona olan hisleriydi.

Derin bir nefes alıp ağır ağır verirken gözlerini yavaşça araladı. Kuş sesleri, ağaç yapraklarının hışırtısı, komşudan gelen belli belirsiz müziğe karışırken içi huzurla doluydu. Gülümsedi. Keyifle gerindi, vücudunu ve kaslarını açtı.

Bu akşam restorana gelecekti küçük yalancı. Bakalım geldiğinde neler olacaktı...

***

Merih ulvi görevinin sadık temsilcisi olarak restorana girdiğinde hemen masaları düzenlemekte olan gruba selam verdi. Herkesle selamlaştıktan sonra dosdoğru içeri gidip eşyalarını bıraktı. İsim kartını takıp son kez üstünü başını kontrol etti ve cep telefonunu arka cebine tıkıştırarak odadan çıktı. Mutfağa girip Sıtkı abiye, Esat'a ve diğerlerine de selam verip bir süre onların yanına oturdu, sohbet etti. Sonra her zamanki gibi Esat onu üstü kokmasın diye mutfaktan kovaladı. Ama kovalarken ona günün, şefin seçimi olan yemeğinden vermeyi de ihmal etmedi.

İKİLİ DELİLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin