Merih şaşkınlığını koruyarak tekrar babasına döndü. "Yok babacım. Evlilik falan. Erken daha..." diye mırıldandı.

"Öyle tabii. Erken gibi düşünün siz hep. Acele etmeyin. Zamanı geldiğinde, gerçekten âşık olduğunuza emin olduğunuzda düşünürsünüz. Eğer öyle bir hissin yoksa o yüzden bu ricada bulundum senden. Tarık pek öyle aşk dostluğu kurulacak tipte biri değil diye biliyorum. İleride kalbin kırılmadan, erkenden önlemini al sen."

Merih kafası karışmış bir halde yavaşça önüne döndü tekrar. "Peki baba," diye mırıldandı ne diyeceğini bilemeden. İrfan Bey'se kızının üzüldüğünü zannederek uzanıp onun saçlarını okşadı. Gülümseyerek baktı kızına. Merih'in hemen gözleri doldu o an. Hiç gelemiyordu böyle anlara.

"Güzel kızım benim!" dedi İrfan Bey. Uzanıp Merih'in elini öptü önce. Sonra da Venüs'ünkini yakalayıp onunkini öptü. Bilmiyordu ki asıl üzgün olan Venüs'tü. Ama bunu saklamak için elinden geleni yapıyordu. Resmen dişlerini sıkıyordu.

Babasının Tarık hakkında böyle düşünmesi adeta dünyasını başına yıkmıştı. Tarık öyle kötü değildi ki. Merih'leyken, yani Venüs'leyken başkaydı işte! Her şey mükemmeldi. Hiç de diğer kızlarla olduğu gibi değildi. Çapkın da değildi. Allah aşkına tatile gidip ayrı odalarda kalmışlardı. Daha ne olabilirdi ki?

***

Merih akşam restorana geldiğinde hala kafasında babasıyla yaptıkları konuşma dönüyordu. Yemekten sonra Venüs'le konuşmuşlardı. Bu aslında bir fırsata çevrilebilirdi. Sonuçta bu kızın Tarık'tan bir şekilde ayrılması gerekiyordu. Bu da bir fırsat gibi bir şeydi. Tarık'la buluşup "Babam bu ilişkiye sıcak bakmıyor" diyerek uzatmadan bitirelim denebilirdi. Ortada aşk itirafı varken bu zor olacaktı tabii ama en azından bir başlangıçtı. Venüs de nedense inanılmaz isteksiz görünmüştü Merih'in gözüne. Bu parlak fikri sözlü olarak kabullense de, yüzü hep sirke satmıştı konuşurken. Cumartesi gündüz kahvaltıda buluşmak için mesaj atmıştı Tarık'a. Merih huzurevindeyken o da Tarık'la buluşacaktı. Bir yerinden artık konuyu çıtlatıp lafa girecekti.

"Umarım çok üzülmez," diye mırıldandı Merih kendi kendine kürsüsüne dayanırken. Şu an durduğu yerde Tarık hakkında bunları düşündüğüne inanamıyordu. Koskoca belki de on yıllık geçmişi bir kalemde silecekti artık. Altı haftalık uğraş çöp olacaktı bir anda. Son iki haftaya kadar Tarık'a körkütük âşık yaşamıştı. Ya da öyle yaşadığını sanmıştı. Şimdiyse öylece onu hayatından çıkarıyordu.

Hepsi de şu pislik yüzündendi!

Omzunun üzerinden restoranın içinde milletin masalarını turlayan Ali'ye baktı. Dün çiftlikte onunla muhteşem zaman geçirmişti. Bunu inkâr edemezdi. Oradaki zamanları sanki başka bir zaman dilimindelermiş gibi olmuştu. İşe gidiş saati gelene kadar kalmışlardı neredeyse. Asaf Bey ve Betül Hanım'la bol kahkahalı sohbetler etmişlerdi. Restorana bir sürü taze meyve sebze falan alırken Asaf Bey her şeyden birer kasa da Merihlerin evi için vermişti.

Merih için en unutulmaz anlarsa ata bindiği ve çiftliğe geri yürüdüğü anlar olmuştu. Ali ile baş başa kalmıştı o muhteşem atmosferde. Hep güzel şeylerden konuşmuşlardı. Çoğunlukla geçmişten bahsetmişlerdi. Aslı'nın öncesinde kaldıkları her zaman dilimi Merih için iyiydi.

Fakat arabada dönerken o 'anlık heves' ve 'Aslı'yla konuşup her kararı ona bırakma' olaylarının bahsi tekrar açılmıştı. Ali o konuda çok katı gibi görünmüştü Merih'e. Tüm bu hatalarımı kabulleniyorum ve onları benimsiyorum palavraları Merih'in canını sıkmıştı artık. Daha doğrusu sürekli yaşananları hata olarak anması sıkmıştı canını. Tamam hataydı ama bunu sürekli söylemek zorunda mıydı? O kadar da büyük hatalar değillerdi. Sırf bu hatası yüzünden Aslı'nın önüne kurbanlık koyun gibi atılıp, cezama sen karar ver demenin manası yoktu. Ya Aslı onu affederse ne olacaktı? Ki muhtemelen affedecekti... Evlenecekler miydi? Öylece evlenecekti yani! Merih düğüne falan gidecekti, halay çekecekti, pasta yiyecekti, çeyrek takacaktı, mutluluklar dileyecekti.

İKİLİ DELİLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin