Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.

Začít od začátku
                                    

"Bizi mi?" diye sordum gülümseyerek.

"Sizi," dedi, "Seni ve bebeğimizi."

Bir anda doğruldu ve beni kucağına almak için eğildi.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum gülerek.

"Seni koltuğa yatırdıktan sonra buraya gelip masayı hazırlayacağım. Yemekler ve masa hazır olmadan kalkmayacaksın." Efe beni kucağında koltuğa taşırken yüzümdeki gülümsemeyi durduramıyordum.

"Sevgilim," dedim, "Bu bir hastalık değil. Dokuz ay boyunca böyle yaşayamayız!"

"Göreceğiz." dedi Efe, "Benim güzellerim hiçbir zaman yorulmayacak."

Beni koltuğa yatırdıktan sonra koltuk kenarında duran şal ile üzerimi örttü. Televizyonu açıp kumandasını elime verdi ve alnımdan öpmek için bana doğru eğildi.

"Yarın sabah ilk işimiz doktora gitmek olacak," dedi, "Onu görmek istiyorum, kalp atışını duymak istiyorum."

Bana doğru eğilmiş dolu gözleriyle gözlerime bakıyordu, eli sağ yanağımdaydı, onu hiçbir zaman hem bu kadar duygusal hem bu kadar heyecanlı görmemiştim. Başımı salladım.

"Gidelim sevgilim." dedim, hormonlarım sesimi bile titretiyordu.

"Hala şoktayım." dedi titreyen sesiyle. Gülmeye başladı, "Biz şimdi anne ve baba mı olacağız? Bu evde bir bebek mi olacak?"

Başımı salladım. Gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum.

"Mine... Ne oldu bebeğim? Neden gözlerin doldu?" dedi Efe, telaşlanmıştı.

"Bilmiyorum." dedim, "Duygulandım... Mutluluktan ve sanırım suçluluk hissinden..."

"Suçluluk hissinden mi? Neden?"

Burnumu çektim ve omuz silktim.

"Beni boş ver," dedim, "Sanırım bebek doğana kadar böyle olacağım. Saçmalık derecesinde duygusal."

Efe koltuğa, tam karnımın yanına oturuverdi. Elini karnıma götürdü.

"İçinden başka şeyler geçiyor, değil mi?" diye mırıldandı. Gözyaşları içinde başımı salladım. O an kendime bile itiraf etmekte zorlandığı bir suçluluk duygusu ile kıvranıyordum.

"Yine kendini suçun olmayan her şey için suçlu hissediyorsun, yine en mutlu anında kendini harap ediyorsun, kendini o güzel kafanın içinde yerden yere vuruyorsun, değil mi?" dedi Efe.

O an onun neden benim için "o kişi" olduğunu anladım. O kişi, ruh eşim... O beni öyle güzel anlıyordu ki ruhumu benden bile daha iyi tanıyordu. Söylediği her şey doğruydu, kafamın içinde yine kendimi harap ediyor, yerden yere vuruyordum. Hani bazen bazı insanların adını ağzımıza almak istemeyiz ya, hani içimiz o isim dudaklarımızın arasından çıktığı an bütün acı verici anılarla dolar ya... İçimden geçen düşünceleri, yaşadığım hissiyatın tarifini ve sebebini dile getirmememin ve hatta kendime bile açıklamamamın en büyük nedeni buydu işte.

Kendimi kendime açıklarsam acı çekecektim.

Hissettiklerimi kabullenirsem acı çekecektim.

Düşüncelerimi fark edersem acı çekecektim.

Konuşamadım, yalnızca başımı salladım.

"Hadi bebeğim, anlat bana. İçinden geçen her şeyi anlat."

İçimde bir nokta vardı, bu noktaya zayıf nokta demek istemiyordum. O nokta benim kırık noktamdı, zaten kırıktı ve üzerine bastığım an tamamen kırılacak ve parçalanacaktı. O noktanın üzerini eski bir kumaşla örtmüş ve yokmuş gibi davranıyordum. Kendi acımı kendimden gizliyordum. Var olan bir şeyi yok sayıyordum, kendimi kandırıyordum. Kırık noktam ben üzerine bassam da basmasam da çıtırdıyordu, her geçen gün daha da kırılıyordu, yavaş yavaş kırılıyor ve canımı daha fazla yakıyordu. Onun üzerine basan ben olmalıydım, ona paramparça eden ben olmalıydım.

No : 26 (İki Kitap)Kde žijí příběhy. Začni objevovat