Bomonti

2K 182 106
                                    

Denizden esen tuzlu meltemle birlikte koyu mavilerini sıkıca yumup derin bir nefes aldı Kutay. Sinirle savurduğu bacağını hafifçe oynatırken çenesini sıkmaktan ağrıyan başıyla yutkundu.

"Anlamıyorum."diye mırıldandı Uygar yanında duraksarken. "Gerçekten anlam veremiyorum,anlayamıyorum."

"Neyi anlamak istemiyorsun mesela?"dedi kurumuş boğazıyla Kutay kızaran mavilerini sevgilisine dikerken. Sigaranın izmarite dayanan acı ve topraksı tadından derin bir nefes çekerken hüzünle titreyen sesine dahi engel olamadan kırgınlıkla fısıldadı. "Neyi anlatamıyorum ulan ahu gözlüm,neyi?"

"İkinci ayımıza.."diye sıktı dişlerini Uygar. "Girmek üzereyiz,akşama sabaha iki ayımız dolacak. İki aya pek çok şey sığdırdık Kutay. Ama sen güvenmemek için inat ediyorsun bana. Sanki nefret eder gibi sorguluyorsun hep."

"Bana Tayfun ile görüştüğünü söylemedin."diye fısıldadı Kutay gözleri hırsla parlarken. "Bana Tayfun ile sohbetin olduğunu söylemedin. Bana gelip demedin, ben görüşüyorum hala. Ben eskiden yanık olduğum çocukla hala gülüşüyorum sen yokken demedin Uygar. Bana uğruna ilanı aşk yapacağın piçle hala uzun sohbetlerin olduğunu söylemedin."

Her şey Uygar'ın tiyatro provasına gittiklerinde izlemek için orada olan Tayfun ile Kutay'ın karşılaşması ile başlamıştı. Kutay sadece ve sadece eskiden bir şeyler hissettiği oğlanla bir araya gelen Uygar'ın çekingen bir halde allanmasını kaldıramamıştı. 

Kutay belki boktan seviyordu. Belki kusursuz. Belki yarım bir aşktı onun belki hasta ve cılız. Belki delicesine,taparcasına. Kimine göre hastalıklı bir boyutta kimine göre abartı bir boyutta. Kutay kendi biliyordu içinde kopan fırtınaları. Kutay yalnızca kendine hatırlattığı korku dolu kabuslarını ancak Uygar'a anlatabiliyordu o da sözcüklerle değil, gözleriyle. Herkese kavgacı ağzının,hırçın bakışlarının ceylan yavrusuna bakarken titrek ve çocuksu hale gelişiyle.

Gök gürültüsünü andıran sesinin her seferinde fısıltıya dönecek kadar güçsüz kalışıyla.

Kutay pek çok kez kendinden feragat ediyordu.

Ve açık yaraları olan birinin öfkesinden feragat etmesi demek savunmasızlık demekti. Kutay zırhlarını köşeye soyunmuş anadan üryan savunmasız halde tüm açık yaralarını bilen Uygar'ın dizinin dibine uzanır halde öldürücü darbenin yerini göstermiş,eline de sırlarla dolu bir hançer bırakmıştı. İstese pekala iyileştirir,savunurdu. İstese pekala deşer,öldürürdü ceylan yavrusu.

Ama Uygar ,Tayfun ile görüştüğünü dahi söylememişti Kutay'a.

Kutay hayatta noksan olmasına rağmen yine de tek kalan babasını elleriyle boğmuş,dövmüştü. Bu ilişkiye dil uzatan herkese yapabileceği gibi. Herkesi,her şeyi karşısına almıştı üstelik. Sırf daha iyi biri olabilmek mümkün olsun diye. Sırf zararlı ne varsa kendinden uzak tutup, Uygar'ın hayallerindeki gibi beyaz bir ata erişebilmek üzere.

Lakin faydasızdı.

Uygar her rica ettiğinde onu bir şekilde eken Tayfun hevesle gelmişti bir şekilde ve gözünün önünde Uygar'dan bakışlarını çekmeden "Uygar."diye yanıtlamıştı tok bir sesle. "Seninle bu akşam konuşmamız lazım."

"Ben de geleyim ? Tatlı yemeye gideriz."diye araya girmişti Tayfun'un kız arkadaşı. Tıpkı eskiden Uygar'ın olduğu pozisyon gibi.

Ama Tayfun kızı savuşturmuştu gözlerini Uygar'dan bir an olsun çekmeden. "Uygar ile yalnız konuşmamız gerek."diye mırıldanmıştı Tayfun meydan okurcasına gözlerini varlığını ilk defa görüyormuş gibi Kutay'ın lacivertlerine dikerek.

"Yalnız."diye çizmişti altını Tayfun.

Ve Uygar apar topar ,mola verip sahile inmişti Kutay ile birlikte. Zira Kutay yumruğunu sıkmış,saldırı haline çoktan geçmişti bile. Kız arkadaşının yanında erkek dövmek delikanlılığa yakışmaz ilkesinden saldırmamış olsa da Tayfun'u yalnız bulduğu an kan gölüne çevireceği kesindi ortalığı.

Son PerdeWhere stories live. Discover now