03

203 23 11
                                    

"cennet ile dünya'nın savaşı" olarak adlandırılan o günün üzerinden geçen 3 yılın sonunda, adaya geri dönüyorlardı. barış anlaşmaları yapmak için ayrıldıkları o adaya, iyi veya kötü; yaşadıkları her şeye şahit olan o adaya dönüyorlardı işte.

jean ne zamandır seni ziyaret etmiyordu? adaya ayak basar basmaz yapacağı ilk iş asıl kahramanı ziyaret etmek olacaktı, sonrasında rahatlıkla seni görmeye gelebilirdi. jean seni özlüyordu, her şeyden çok. bazı gecelerde; rüyalarında seni görüyordu, yaşadığınız güzel şeyleri görüyordu, böyle olduğunda ağlayarak uyanırdı jean, bazen de seninle son anını tekrar yaşıyordu. senin için tuttuğu bir günlüğü vardı, eskiz defterinin ilk sayfasında senin bir çizimin bulunuyordu. jean, seni unutmak istemiyordu.

verdiğin zarfı da saklıyordu hâlâ, ilk günkü gibi. hayatına başkasının girmesine izin vermedi senden sonra, vermeyecekti de.

senin aşkın karşılıksız değildi, asıl şimdi o sevgiyi karşılıksız kılan sen olmuştun. korkaklığınız yüzünden kaybetmekten en çok korktuğunuz şeyi kaybetmiştiniz. birbirinizi.

buna rağmen jean yanına gülümseyerek gelirdi, yazdığının aksine. geldiğinde de, "bak, yine buradayım." diye dalga geçerdi seninle.

mezarların önünden tek tek, yavaş adımlarla geçti. önce sasha'nın mezarına bir çiçek bıraktı, ruhu için dua etti. onun mezarından daha uzakta olan mezarına yaklaştı. karşına, takım elbisesinin kirlenmesini umursamadan oturdu. yüzünde yine aynı gülümseme, aynı özlem dolu bakışlar vardı.

ilk başta sessizce sana bakardı, orada mutlu olup olmadığını düşünürdü. "uzun zaman oldu, seni özledim." dedi kısık bir sesle. adım sesleri duyduğunda kim olduğuna bakma gereği duymadı bile, connie dışında biri olamazdı. geldiği gibi kendini arkadaşının yanına bıraktı, önüne küçük bir yemek kabı bıraktı.

neredeyse her geldiğinde, sasha için yemek bırakırdı. sana da getirmeye başlamıştı, aptalca hissederdi bunu her yaptığında, ama yapmaya devam ediyordu. jean onun bu haline gülümsedi.

"doğum günü de yaklaştı, ne yapsak?"

connie de, jean gibi gülümsedi. ardından omuz silkti ve düşünüyormuş gibi yaptı.

"parti verebiliriz, her zamanki gibi." diye bir fikir attı ortaya. jean bunu asla reddetmezdi, her doğum gününde ikisi de buraya gelip biraz içerler, aptalca şeyler hakkında konuşur ve giderlerdi. buna 'parti' diyorlardı.

"bu sefer eren ve diğerlerini de çağıralım ama."

onaylarcasına kafasını salladı, eren'in her partide orada olduğuna emindi zaten, yine de ses çıkarmıyordu. sana orada göz kulak olduğu için, susmak dışında bir şey yapamıyordu. o orada, senin yanında olacaktı, jean da burada, mikasa'nın yanında olacak ve ona bakacaktı. söz vermişti kendine.

yarım saat gibi bir süre daha orada kaldılar, yaşadıkları olaylardan bahsettiler. jean'ın, diğer çocuğa 'salaksın.' diye laf atması üzerine ufak bir tartışma yaşanmıştı, tatlıya bağladıktan sonra da gitmeye karar vermişlerdi.

connie sana veda edip, önden giderken, jean yerinden kalkmadan önce elini mezarının kenarında açan çiçeğe uzattı. en son adadan ayrılmadan önce fark etmişti çiçeği, bir hayli büyümüştü o zamandan bu yana.

"sen de bu çiçek gibisin y/n. çok güzel görünüyorsun, koparmaya kıyamıyorum ama bir gün bu da solacak, solmasından en çok korktuğum çiçek gibi."

derin bir nefes aldı, senin ağzından ismini duymaya ihtiyacı vardı, seni sevdiğini söyleyebilmek için bir şansa daha ihtiyacı vardı. en çok da sana sarılmaya ihtiyacı vardı tam şu anda.

rüzgar bir anda esmiş, adamın tenini okşamıştı. böyle mi sarılacaktınız artık, yoksa tesadüf müydü? farkında olmadan birkaç damla yaş düşmüştü toprağa, ne zaman ağlamaya başlamıştı? hızlıca sildi gözyaşlarını, önünde ağlamaktan nefret ediyordu jean.

"neyse, görüşürüz." mırıldanarak uzaklaştı mezarından, her seferinde aynı şey yaşanıyordu ve jean, inatla yanına gelmeye devam ediyordu.

belki gelir, ona kızarsın düşüncesiyle istemediğin her şeyi yapıyordu. ama hiçbir zaman gelmeyeceğin gerçeği vuruyordu bir anda çocuğun yüzüne, seni çok özlüyordu.

frustrerad | jean k.Where stories live. Discover now