3; anahtarları al, aç kalbimi

2K 166 55
                                    

"sen buraya uğrar mıydın?" eser nefes nefese kalkmışken, kendini koltuklardan birine attı. arkadaşı taylan bükülmüş dudağı ile izlemeye devam etti. "davayı unuttun sanmıştık biz."

o kadar uzun süredir yoldaş dediği adamların yanına uğramıyordu ki, kendisi bile bu ortamın hissini unutmuştu. "bu yılda devrim falan kalmadı, taylan. sen de biliyorsun bunu." ekin birkaç teneke tuborg birayı masanın üzerine bırakmıştı. birbirlerini takmıyor gibi görünseler bile, lise yılları 2000'lerde geçmişti. hepsi gezi olaylarına tanıklık etmiş, oralarda koşuşturan gençlerden olmuşlardı. o zamanlar küçüklerdi, devrim ruhlarını harıl harıl yakıyordu, olan düzene baş kaldırmak mükemmeldi onlar için.

her yer taksimdi, her yer direnişti.

"ne o sen de mi artık inanmıyorsun davaya? eli silahlı, yandaş bıyıklilara mi bırakacağız memleketi?" taylan hep öfkeliydi bıyıklı dediği ülkücülere. eser'in babası olmasa reis dedikleri adamı bir kaşık suda boğardı. "zaten mimlemişler bizi, şerefsizler."

eser içinden belli belirsiz bir sabır çekti, babası oradaydı. abisi orada büyümüştü. kalbi devrimcilerle ise, aklı da babası ve abisinde kalıyordu. "taylan, ayıp oluyor." özgür ayıplar gözlerle baktı.

eser önemli değil dermiş gibi omuz silkti. "ne demek mimlemişler taylan? doğru düzgün anlat şunu."

"babanın ülkü ocağında belgeler. hepimizin ismini almışlar. ellerindeki güçle işimizden, okulumuzdan edecekler bizi."

eser bir şey söyleyemedi. yapmazlar diyemezdi. yapacaklarını adı gibi biliyordu. adam vuran, topuğa sıkan adamlardi bunlar. öyle basit değildi, devlet ellerinin altındaydı. oraya en yakın kendisiyken, hiçbir şey olmamış gibi oturmak içine batıyordu. babası kötü bir insandı ve arkadaşları sadece okumaya çalışan gencecik parlak insanlardı. nefesi ciğerine sıkışmış gibi hissetti. bir tarafı seçmesi gerektiğini de biliyordu. nereye seçse suçlu olacaktı, bir yere ait olduğunu hissettiğinde bile acı çekiyordu sanki. kalbindeki hisse güvenmesi gerektiğini düşündü.

"tamam," dedi. "ben alır yakarım belgeleri. merak etmeyin." özgür iri gözlerle ellerini sağa sola sallayarak itiraz etti. eser'in sırf babası bu işin içinde olduğu için kendini tehlikeye atmasını asla anlamayacaktı. vicdanını mi rahatlatıyordu, yoksa babasının günahlarını mi silmeye çalışıyordu?

"saçma sapan konuşma eser. başını belaya sokma. bu aptallık olur."

"en fazla pederden dayak yerim, ekin. korkma, az dövmedi beni."

baştan beri hiç konuşmadan dinleyen barış saçını kaşırken öne eğildi. düşünceli olduğu belliydi. kafasını karıştıran şeyler vardı. "oğlum, bu suç olmaz mı? belge yakmak falan?"

taylan bacaklarını kendine çekerken keyifle güldü. "şimdiye kadar yaptıkları usulsüzlüklere saysınlar barış."

birlikte planı yaptılar. bu gece, eser bu işi halledecekti. son kez üzerinde konuştuktan sonra çok geç olmadan eve gitmeye karar vermişti. genç adam oradan ayrıldı ve zaten birkaç sokak ötede olan mahallesine yürümeye başladı. küçük çocuklar meşin, patlak bir topla sağa sola koşturuyor, birkaç yaşlı teyze ellerine uzun demir örgü şişlerini almış, bir gayretle örüyorlardı. bu mahalle onun için çok özeldi. ayağının ucuna gelen topa hafifçe vurup, hız kazandırırken gülümsediğini farketti ki, kafasını o an kaldırmıştı.

serhan.

tam karşısında, her zaman giydiği beyaz gömleğinin ön düğmeleri açılmış, bedenine dar gelen gömlek kas olduğunu belli eden göğüslerini sıkıca sarmıştı. saatlerdir top oynadığından olacak ki, açık boynu, terden sırılsıklam olmuştu. kundurasınin ucu ile topu durdurdu. "nereden böyle, entel oğlan?"

dumura uğramıştı. "arkadaşlarımdan." tek kelime edebilmesi, kırpamadığı gozleri ile tam bir aptala benziyor olmalıydı. serhan ise onu umursamadan topu küçük çocuklara gönderip yanına adımladı. sadece ikisi varmış gibiydi ortalık. serhan'ın koyu gözleri ilk önce yüzünde dolandı. sonra esmer boynuna kaydı. metal zincir bir kolye süslüyordu eserin boynunu. kalın, uzun parmaklar metal zinciri kavrayıp kendine çekti. yüzler, birbirine yakındı.

"bu ne?"

"kolye." eser hipnoz olmuş gibi cevap verirken, serhan elini çekti. "takma şöyle abudik gubidik şeyler. erkek adam sadece askerden kalan künyesini takar." dedi ve güldü. "hadi gel, ocakta bir şeyler içelim."

hiçbir şey demeden arkasından yürümeye devam etti. eser minyon biri değildi, gayet kalıplıydı hatta. ama serhan nedense dev gibi geliyordu kendisine. kapıdan geçtiğinde yine bir şeyler çaldıklarını gördü. ama bu kez ellerinde bağlama değil gitar vardı. sessizce geçip yerine oturdu.

canım yandı
camı açtım
dumanından haberin olmadı

kravatlı birkaç isyan
astım duvarına
uzatmadım

bir gönül davası anlatsam ağlarsın
şişelere deniz koy,
gemiler batsın
boğazımıza

oğuz denen çocuk, buraya yabancıydı. abisi kemal'in ısrarı ile gelmiş olmalıydı. şarkıyı bitirdiğinde hüzünlü ela gözleri değişti birden. gülümseyerek etrafa baktı. ufak ıslıklar istediğini vermişti.

"anlat bakalım gönül davanı?" serhan alayla konuşunca, çocuk tekrar dudaklarını büktü. "anlatsam gerçekten ağlarsın abi. boşuna üzülmeye gerek yok."

"Allah Allah," dedi buğra. "neymiş oğlum, ölüm yoksa çözümde vardır anlat sen." çocuğun yanına doğru yürüyüp tam yanına oturdu. eser onları umursamadan çayları tazeleyen hakan'ın yanına gitti. kendisi de biliyordu, yürüyüşünden bile belliydi bir karın ağrısı olduğu. "hakan burayı sen mi kapatıyorsun akşam?"

genç adam anlamaz gözlerle baktı. "evet abi, bir isteğin mi var?"

"yok aslanım," arkaya belli belirsiz bir bakış attı. serhan'ın gözleri kendisinin üstündeydi. şüphelenmesinden korkuyordu. "babam bu akşam benim kapatmamı istedi. biliyorsun, bizim peder-"

çocuk lafını ikiletmeden belindeki kemere asılı anahtarı çıkardı ve avucuna bıraktı. "reis öl dese ölürüm abi, buyur."

genç adam şıkırdayan metale bir bakış atıp, tekrar karşısındaki masum çocuğa döndü. bıyıkları yeni yeni çıkmaya başlamış, sarı saçları asker tıraşı ile kısaca kesilmişti. gülümsedi. her dava gerçekten gençlerin omzunda yükseliyordu. büyük esmer elini hakan'ın ensesine atıp hoyratça okşadı. "yok kardeşim, canın sen de kalsın."

ellerinin altında gülümseyerek bekleyen çocuğu geride bırakıp arkaya döndüğünde tesbihini sallayarak yürüyen adamla yerinde durdu. serhan kalın kaşlarının altından dik dik bakarken hakan ikisini umursamadan çay tepsisini alıp gitmişti. eser hala olduğu yerde dururken serhan omzu ile itip çay ocağının karanlık yerine girmesini sağladı. daha ne olduğunu anlamadan sıcak boynuna sarılan buz gibi koca ellerle, nefesi kesilmişti, tek yapabildiği korkulu iri gözlerle karşısındaki adama bakmaktı.

"ne işin var hakanla?"

diğer elini çekmişti ama sağ avucu hala boynunu tutmuş, duruyordu. eser üzerindeki şaşkınlığı atınca cevap verebildi ancak. "anahtarı istedim, bu akşam ben kapatacağım burayı."

birbirlerine baktıkları süre gittikçe uzarken, eser sırtını duvardan ayırmaya çalıştı. "gidebilir miyim şimdi?"

serhan'ın parmakları ensesine doğru tırmanıp garip bir hisle oraları okşadı. kulakları kızarmış, kara gözleri diğerinin kara gözlerine eğilmişti.

"hareketlerin hiç hoşuma gitmiyor, entel oğlan. ayağını denk al."

_

ülkü ocağı (bxb)Där berättelser lever. Upptäck nu