Bölüm Yirmi Bir: "VUSLATIN ZEMBEREĞİNDEN FİRAK"

En başından başla
                                    

Yalan gerçeğin sığındığı bir limandır.
Gerçek yalanı kullanır.

Şimdi sorsalar bana;
Ne yalan, ne gerçek, ben sen derim.

Çünkü sen yalan olmayacak kadar gerçek, gerçek olmayacak kadar yalanlarla dolusun sevgilim.

Üzgünüm;
Bu hikayenin yalancısı ben değilim.

Biliyordum.
O günün eninde sonunda geleceğini biliyordum.

İnsan bir tek öleceği günü bilemez derlerdi.

Yalandı.

Ölüm döşeğine gelmiş bir hasta ne zaman öleceğini bilirdi.
Saatini, dakikasını hatta salisesini.
Lakin söylemezdi.

Ölümü bekleyen döşekteki bir hasta gibi aylardır bu anın geleceğini biliyordum.
Gelmişti.

Dışarıda kopan fırtınanın yakarışı şimşekler yüzünden ölen kuşların feryadını bağrına yüklediğinde ellerimin arasına sıkışmış ince yatak örtüsü bedenimin sızısını örtemedi.

Dağınık saçlarımdan yüzüme düşen birkaç tutam uçurumdan yuvarlanan birkaç kaya parçasından farksız kesildi. Yüzüme dökülen saçlar uçurumdan yuvarlanan kaya misali izini bıraktı. Sıyırdı, geçti.

O gün gelmişti.
Kıyamet artık kapıda misafir değildi. Aramızdaki o kırık, yıkık dökük kapıyı kırmış içerideydi.
Yanı başımızdaydı. Gözümüzdeydi, parmak uçlarımızdaydı.
Ama en çokta kalbimizdeydi.

Açık pencereden içeri dolan soğuk karşımdaki felaketin en büyük mağduruna çarptığında her şey tüm yalınlığı ve acılığı ile karşımdaydı.

Gözlerinden akan yaşları gördüğümde daha ne kadar ölebilirim diye düşünmeye çalıştım.
Ama biliyordum ki ölü olan biri bir kez daha ölemezdi.

Dudaklarımın arasından kopan nefes göz ucuyla baktığım telefona çarparak durulduğunda telefonu tutan ellerinin titrediğini gördüm.

Güzelliğine bakarken içimin sızladığı ellerini titrerken görüyordum. Güzel elleri tirtir titriyordu.

İşte kıyamet şimdi başlamıştı.

Gözlerimi telefondan alarak denizlerini taşıran harelerine diktiğimde zaman durmuştu. Zaten bizim için hiçte akmamıştı.

Yeşile kaçan mavi gözleri yaşlarını dökmeye devam ederken canım acımaya başladı. Ne hissedeceğimi bilmiyordum, ne yapacağımıda bilmiyordum.

Gördüklerim, hissettiklerimi köreltmişti.

Gözlerimin içine bakarak telefonu kendine çektiğinde yanaklarına tüm hızıyla akan gözyaşları devamını getirdi.

Kirpiklerimi bile kırpamazken soluk boruma tıkanan büyük taşla nefes alamadım.
Yönüm şaştı, devrildim, yıkıldım. Üstelik o daha konuşmadı.

Telefonu kendine çeker çekmez küçük, kusursuz burnunuda güçlükle çekti.

Parmaklarımın arasındaki örtüyü daha sıkı tutarak yutkundum. Gözlerim gözlerinden hiç ayrılmazken az önce gördüğüm şeyleri sindirmeye bile çalışmadım çünkü sindirilecek şeyler değildi.

Pascal Döngü (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin