YH • 42 | ALABORA

Start from the beginning
                                    

  Yani sözcükleri, öpücüğü bir rüyaydı, öyle mi? 

Bakışlarımı ondan bir an ayırmadan yerimden usulca doğruldum, kendimi hâlâ hâlsiz hissettiğim için ellerimin desteğiyle duruyordum oturur vaziyette. Benimle konuşmamıştı, beni öpmemişti. Yine de... sanki kelimeler gerçekten kulaklarımdan geçmiş, dudakları gerçekten dudaklarıma dokunmuş gibi hissediyordum. Düşünceler duygularımı kamçıladıkça öfke göğsümde cehennem gülü biçiminde açıyor, dikeni iyi hislerime saplanıp onları bir beden gibi ruhsuz bırakıyordu. 

Yanaklarımı örten sarı kızıl saçlarımı geriye ittim, bir an emniyetsiz bir gerçekle kışkırtıcı bir hayalin elleri, bir kadının ve erkeğin parmakları gibi birleşip birbirinin içinden geçerek yine birbirini kavradı. Parmaklarım istemsizce yukarı tırmandı ve usul usul dudaklarımda gezindi; sanki tanıdığım temas, bildiğim tat oradaydı. Gözlerimden kararsızlık bulutu geçip gitti. Sahiden olabilir miydi? Kaşlarım karmaşık duygularımdan beslenerek çatıldı. Yok artık, o geceden sonra bana dokunmaya, hele hele öpmeye hiç cüret etmez, edemez. 

Aptallığım karşısında bıkkın bir nefes verdim, babam yoğun bakımdaydı ve ben, burda durmuş Savaş'ın beni öpüp öpmediğini düşünüyordum. Yine onun yörüngesine giren bir yıldız gibi davranıyordum. Dişlerimi sıktım, oltanın ucundaki yeme gelen aptal bir balıktan farksızdım. 

Düşlerimin, hayallerimin, düşüncelerimin dizgininin onun ellerinde olmasından bıkıp usandım artık. 

Eğilip ayakkabılarımın nerde olduğuna baktım, harika tam da olmaları gereken yerdeydiler. Benden uzakta, Savaş Akduman'ın uyuya kaldığı sandalyenin sol tarafında! Yüz hatlarım gerildi, kim koymuştu oraya? Öfkeli bakışlarımı Savaş'ın yüzüne çıkarıp sanki beni duyacakmış gibi fısıltıdan biraz yüksek bir sesle, "Bana bir iyilik yapmak istiyorduysan eğer, ayakkabılarımı yanıma bırakıp çekip gitseydin," diye homurdandım. 

Aptal herif, hiçbir şeyi hiçbir zaman benim için kolaylaştırdığı olmamıştı zaten.

Bacaklarımı yataktan sarkıttığımda, Savaş yavaşça gözlerini araladı, o anda göz göze geldik. Bakışlarımı o gece beni ağlatmamış, beni yıkmamış, beni öldürmemiş gibi ondan çekmeyişim beni bile şaşırtıyordu; belki bu, o geceden sağ salim çıkmanın verdiği güçtü bilmiyorum. Üç saniye süren ifadesiz bakışmamız öylesine uzun geldi ki, birbirine kenetli dudaklarımın hapsinden kurtulup onun zihnine tırmanmak isteyen kelimeleri zorlukla zaptettim. Boğazımdan aşağıya sarkan bir bıçak vardı, keskin tarafıyla ses tellerimi kesip ardından kelimelerime saplanıp göğsümün çukuruna ceset gibi itilmişlerdi; göğsümde ağırlık vardı. Ona hiçbir şey söylemiyor oluşumun baskısı tenimin altındaki sinir uçlarını harekete geçirip tüm kaslarımı germişti. 

Nihayetinde bakışlarını benden ayıran Savaş oldu, güçlükle yapmış gibi göründü gözüme. Sanki derdimi biliyormuş gibi oturduğu sandalyenin yan tarafındaki ayakkabıları alıp ayaklarımın önüne düzgünce bıraktı. Bakışları yeniden ifadesiz gözlerime dikiş gibi yerleştiğinde, bu bakışların keskinliği hislerimin içinden neşter bıçağı gibi geçti. "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu, sesi sabahın tellerine yaptığı baskı nedeniyle pürüzlüydü. "Daha iyi misin?" 

Sesinde aramızda geçenleri unutmuş gibi salgılanan kayıtsız ton sessizliğimi kamçılarken, hareketlerime yön verdi. Ayakkabılarımı ayağıma geçirdim, ona cevap verme gereği duymadığım için direkt odadan çıktım. Hemen arkamdan geliyordu. 

Sabahın ilk saatleri olduğu için hastane koridorları sakindi. Aynı düşünceler yeniden kafamın içinde kötü sesli kargalar gibi bağrışmaya başladı. Rahatsız ediciydi. Daha fazla dayanamayacaktım, hızlı hızlı attığım adımları aniden durdurup arkama dönünce Savaş bir an bedenime yapıştı ve o an, ondan uzaklaşmaya çalışan acele tavrım yüzünden geriye doğru düşeceğim de zemine serileceğim sandım ama Savaş kendini hemen geri çekince bu tehlike ortadan kalkmış oldu, içimde biriken öfke için aynı şeyi söyleyemezdim. 

YARALI HAYALLER (+18)Where stories live. Discover now