✟ ten - confusion

916 62 36
                                    


&

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

&

Ağrıyan başımın ağrısını dindirmek için parmaklarım ile şakaklarımı ovmaya devam ederken yanıma gelen Madison'a bir bakış attım. Başında oturduğum masaya bir bardak su bırakırken elini omzuma koydu. 

"Daha iyi misin?" Derin bir nefes aldım. İyi miydim? Kalbim bir peder tarafından binlerce parçaya ayrılmıştı. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin -ki üç ay geçmişti- acım dinmiyordu. Ne zaman aklıma gelse yine cehennemi yaşıyor gibiydim. Kendimi sorguluyordum. Keşke ona daha uygun olsaydım, keşke böyle olmasaydım diyordum. Zaman geçmiyordu, dakikalar sanki felç kalmış gibiydi. Bu üç ay bana üç yüz yıl gibi gelmişti. Her gün o anı tekrar tekrar yaşıyor gibiydim. "Belki de biraz daha genç olsaydım, ve ya sen biraz daha benim yaşıma yakın olsaydın farklı olurdu her şey. Belki de yıllar önce hayatıma girseydin şuan değil sana istediğin karşılığı verebilirdim."  Sözleri beynimde tekrar yankılandığında bir derin nefes daha aldım ve Madison'a elimden geldiğince gülümsedim. 

"Evet, teşekkür ederim." Madison inanmasa dahi gülümsedi ve omzumu sıkarak benden uzaklaştı. Üç ay içerisinde beni yalnız bırakmanın daha doğru olduğunu anlamıştı. Alt dudağımı dilimle nemlendirerek doğruldum. Masanın üzerindeki bardaktaki sudan bir yudum aldım ve ayağa kalktım. Mesai saatim çoktan bitmişti, bundan dolayı eşyalarımı toplayarak iş yerimden çıktım. Kendimi dışarı attığım anda beni soğuk rüzgar karşıladı. Eylül ayının sonlarındaydık, sonbahar mevsimi yüzünü iyice göstermeye başlamıştı. Aynı binada yaşamamıza rağmen pederi bu üç ayda en fazla beş kere görmüştüm ve bunların hepsinde ondan kaçmıştım. O da zaten benimle konuşmak için yanmıyordu, yansaydı benim gibi yanardı; benim gibi hissederdi. Benimle konuşmak için ufak da olsa bir adım atardı. 

Rüzgar saçlarımı dalgalandırırken ceketimin önünü kapattım ve adımlarımı hızlandırdım. Apartmanın önüne vardığımda derin bir nefes aldım. Dairemi değiştirmek için arayışa çoktan girmiştim ancak uygun bir yer bulmak Victoria gibi ufak kentte imkansızdı. Apartmana girdim ve merdivenleri hızlıca çıkarak kendi katıma vardım. Kata vardığımda Daphne'yi kapısının önünde durmuş kapı kolunu parlatırken buldum. Lanet kadın. Tom'dan kaçtığım kadar Daphne'den de kaçıyordum. Soruları beni deli ediyordu. Ona fark ettirmeden yanından geçmeye çalışsam dahi beni fark etmişti. 

"Medea! Bu günlerde seni görmek imkansız. Kiliseye de gelmeyi bıraktın." imalı sesini müsait bir yerine sokmak istesem dahi gülümsedim. Aylardır beni hayattan bezdirmişti. O derece kaba olmayacak olsam dahi bu kadına haddini bildirmem gerekiyordu artık. Hem kimin ne düşündüğü de artık umurumda değildi. 

"Merhaba Daphne, kiliseye bir daha asla gitmeyi düşünmüyorum. Gitme sebebim de Tanrı ile olan bağım değil senin gibi kendini beğenmiş, küstah ve aptal insanlara kendimi kanıtlama çabamdı. Neyse ki artık öyle değilim. İyi günler!" Yüzü şaşkınlık ile dolu Daphne'yi arkamda bırakarak daireme girdim ve tüm gücümle kapıyı çarptım. Ardından ise kendime bir kadeh şarap doldurarak gecenin birine kadar ağladım. Yalnızlığıma ağladım, beni bırakmış olmasına ağladım. Başka bir kadını öpüyor olmasına ağladım. Bu gece farklıydı, bu gece daha şiddetli sızlıyordu yaralarım. Daha bir buruktu içim. Göz yaşlarım daha soğuktu. 

THE PRIEST ✟ Tom HiddlestonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin