sonunda iki masa ilerisinde buğra'yı gördüğünde buna pişman olmuştu. onu görmenin kendisine iyi geleceğini mi düşünmüştü gerçekten? buğra ne zamandır ona iyi hissettirmiyordu? eli pantolonuna gitti gerginlikle. buğra'ya bakmak yorucuydu.

mutsuz görünmüyordu, aksine gayet keyfi yerindeydi. mecnun, yalnızca bir an buğra'nın pişman olmadığı düşündü. yalnızca bir an bunu hayal etti, buğra'nın onu öptükten sonra gitmeyişini. güzeldi, mecnun bunun gerçek olmadığını kendine hatırlatmaktan korktuğu için bunları düşünmeyi bıraktı.

ama yine de olamaz mıydı? tamam, unutmuş gibi yapacaklarını daha şimdiden buğra'yla konuşmadan bile biliyordu ama ya buğra pişman değilse? öylesine yaşandı, geçti ve bitti. güzeldi ve yanlış değildi. böyle düşünemez miydi?

onunla konuşmak istedi, bundan pişman olacağını bile bile. bir özür beklemiyordu, yalnızca açıklama istiyordu. sarhoş bile değildi, her şeyi tamamen kendi iradesiyle yapmışken neyi bahane edecekti ki? mecnun bunu merak ediyordu. dün gece evden gitmeden önce boynunu öptüğünde hatta kendininkini bulamadığı için mecnun'un ceketini giydiğinde bile pişman gözükmüyordu. ayrıca en sonunda her türlü konuşacaklardı, mecnun sadece bunu erkene çekip kafa karışıklığını dindirmek istiyordu yoksa buğra'yla arasındaki mesafeyi kapatmaya niyeti yoktu. o kadar gurursuz bir çocuk değildi mecnun.

zaten eve gidecekti, burada daha fazla kalmak istemiyordu. kapıya giderken ister istemez yanından geçecekti, normalde olsa dönüp hiç değilse bir selam vermez miydi mecnun? ama normal bir zamanda değillerdi işte. öyle ki dün gece onunla seviştikten sonra yatakta kendisini tek başına bırakan buğra'yla ertesi gün karşı karşıya gelmek mecnun'a korkunç geliyordu. bir an, sırf bunu düşündüğü için bile kendine kızdı. onu bırakıp gitmişti, şimdi hangi akılla gidip onunla konuşacaktı ki?

kesin karar vermişti, eve gidecekti.

koltuğun kenarından acele etmeden çantasını aldı. masadakilere genel bir görüşürüz dedikten sonra aldığı cevaplarla beraber masadan kalktı ve yavaşça kapıya yürümeye başladı. zaten konuşacak bir şey yoktu, gitmek istemiş ve gitmişti. zaten buğra ne isterse o olurdu, mecnun'un fikrinin önemi yoktu.

buğra'nın masasına yaklaştıkça avuç içleri terlemeye başladı. onunla konuşmayacak olmasına rağmen gerilmişti. kalp atışlarına engel olamamak ona bok gibi hissettiriyordu. kendini sakinleştirebilmek için derin bir nefes aldı, yanından geçip gidecekti zaten.

ona yaklaşmak içindeki susma isteğini kırmaya başladı. kendinde bile olmadan, engelleyemediği bir dürtüyle masasına yaklaştığında "buğra." demekten kendini alıkoyamadı.

buğra'nın gözlerinin ona dönmesiyle beraber mecnun ona seslendiğine pişman olmuştu. keşke geçip gitseydi, aptal gibi ne duruyordu ki burada? buğra ona cevap vermek yerine yalnızca başını iki yana salladığında ise mecnun ciddi anlamda berbat hissetmişti. keşke, gitseydi.

kendinde konuşacak cesareti bulabilmek için yutkundu. o an yıllarca konuşup hayatının her bir detayını ezbere bildiği buğra'ya iki kelime anlatmak bile zor geldi. her şey nasıl bu hâle gelmişti ki? kısık bir sesle "konuşalım mı?" dediğinde masasındaki diğer iki kişi de mecnun'a bakmıştı.

kaşlarını çattı fakat bu kızgınlık içeren bir çatış değildi, yalnızca ne olduğunu anlamaya çalışıyordu sanki bilmiyormuş gibi. "konuşacak ne kaldı ki?"

mecnun, buğra'nın masadaki arkadaşlarına baktı. açık açık dün gece sevişmiştik hani demesini mi istiyordu? gözleri tekrar buğra'ya döndüğünde sıkıntıyla "dün geceden bahsediyorum." dedi, daha kısık sesle.

buğra gözlerini kaçırıp sinirle güldü. sinirlenecek ne vardı ki? asıl kızması gereken kişi mecnun'ken onun böyle davranması canını sıkıyordu. en sonunda göz göze geldiklerinde buğra boş boş mecnun'a bakıyordu. dudağını yalayarak gizlediği gülüşünün ardından sakince konuştu. "paranı mı bırakmayı unutmuşum?"

ne tepki vereceğini bilmediği için birkaç saniye buğra'ya baktı mecnun. duyduğunu anlaması uzun sürmüş, bunu algılayamamıştı. en sonunda boş bulunup güldü. elleri titriyordu, yüzü hiç olmayacak kadar kızarmış ve kendinden utanmıştı. buraya gelip onunla konuşacak kadar aptaldı işte.

ona cevap vermedi, zaten verecek cevabı da yoktu. mecnun, karşısında kim olduğunu artık daha iyi biliyordu. geriye bir adım attığında bile gözleri hâlâ buğra'nın üzerindeydi. tanıdığı buğra'yı tamamen kaybetmiş olmanın verdiği bir yabancılıkla ona bakmayı sürdürürken orada daha fazla kalamayacağını anlayıp kapıya yöneldi.

mecnun ilk defa, buğra'yı hiç tanımamış olmayı diledi.





*

rideauHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin