9

158 17 34
                                        








Lucas ile paylaştığı eve gitmenin daha doğru olduğunu düşünerek otobana çıktığında, arka koltukta yatan Mark iç çekişleri arasından zar zor konuşabilmişti.

"Teşekkür ederim." Ardından da yorgunluk ve baş ağrısıyla birlikte uykuya dalmıştı.

...

Üzerindeki yorganı kaldırdı ve ayaklandı. Ne zamandır uyuduğunu bilmiyordu ancak gece yarısından sonra geldiğine emin olduğu ve tanımadığı evin pencerelerinden giren güneş ışıkları sabah 5-6 civarı olduğunu düşündürdü. Gözleri ve başı oldukça ağrıyordu. Bulunduğu salondan çıktı ve koridora çıktı, kapısı bulunmadığı için mutfağı hemen buldu ve bir bardak su içmek, bulabilirse de birkaç ilaç almak için dolapları karıştırmaya başladı. Tezgahta bulduğu ağrı kesiciler ile onu evine getiren ikiliye bir kere daha teşekkür etti içinden. Onun için bırakmış olmalılardı bunları.

"Günaydın."

Yerinden sıçradı arkasından gelen sesle. Kapıdan giren Lucas kendisine de bir bardak su doldurduktan sonra mutfak masasına oturdu ve Mark'a yanına gelmesi için işaret etti. Eline ilacı ve bir bardak suyu alıp Lucas'ın yanına oturdu o da.

"Koltukta yatırdığımız için üzgünüm ama evde bir tane yatak var ve ikimizden biriyle paylaşmaktan pek hoşlanmayacaksındır."

Mark sorun olmadığını söyledi kısık sesle ve bir tane ağrı kesici aldı.

"Saat oldukça erken. Neden kalktın? Uyandırmamışımdır umarım." Dedi. Dolapları kurcalarken oldukça dikkat etmişti oysaki ses çıkartmamaya Mark. Lucas kendisi yüzünden bu saatte uyandıysa üzülürdü Mark.

"Hayır, genelde bu saatlerde kalkarım. Bir mimar kolay yetişmiyor." Diyerek kıkırdadığında Mark da anlamıştı. Mimarlık öğrencilerinin nasıl dertleri olduğunu arkadaşlarından biliyordu zaten. Mark da minik bir gülümseme verdi Lucas'a ve ardından da ayaklanan bedeni izledi.

"Neyse, ben ödevimin başına. Sen de kendi evin gibi takıl, çekinme hiç." Diyerek mutfaktan ayrıldı ve çalışma odasına geçti.
Mark dünün konusunu açmaması ve nasıl hissettiği gibi sorular sormamasına oldukça sevinmişti, ince bir davranıştı bu. Sorsa da anlatabileceğini sanmıyordu Mark. Derin bir iç çekti ve salona geri döndü. Biraz yorganına sarılıp uzanmak, gerekirse de ağlamak istiyordu sadece. Dokunmaya kıyamadığı yüzü darma duman ettiği için ağlamak istiyordu. Yorganın içinde saklanan ellerini çıkarttı dışarı ve bir süre inceledi, içi parçalandı incelerken. Eklemlerindeki soyulmuş deriler, kurumuş kanlar, tırnaklarına dolmuş çamurlar ile bakıştı bir süre. İlk damla da o an düştü gözünden. Ellerine bakarak damlalarını harcıyordu. Aşkı uğruna yaktığı parmak uçları şimdi gözyaşlarıyla sönüyor, soğuyordu. İçine su serpilmesi, acısının dinmesi gerekirken söndürdüğü her bir yangında içinin alevleri yerle bir ediyordu kendisini. Sessiz olmaya çalışıyordu, hıçkırıklarını içinde bırakıyordu. Gözleri acıyordu ancak ağlamadan da duramıyordu işte. Yorganını etrafına sarmış oturuyordu ve sadece ağlıyordu.

Salonun kapısı bir iki kere tıklatıldığında kendisini toparlamaya uğraşmadı bile. Cevap da vermedi zaten. İçeri giren Jungwoo ile gözlerini kaçırdı sadece.

"Günaydın." Dedi kısık bir sesle Jungwoo. Normalde de sesi çıkmazdı pek ancak özellikle kısmış, ince tutmuş gibiydi bu sefer. Sanki ürkütmek istemiyordu karşısındaki ceylanı. Koltuğa, Mark'ın içinde bulunduğu yorgan yığınının hemen yanına oturdu.

"Kahvaltı için özellikle istediğin bir şey var mı?"

Mark anlamıştı. Lucas ve Jungwoo'nun aralarında konuştuğunu ve bu konu hakkında bir şey demeyeceklerini anlamış, onların bu ince davranışına hayran kalmıştı. Büyük ihtimalle kendisi bu konuyu açmadığı sürece de konuşmayacaklardı. Gerçekten iyi insanlarla arkadaş olduğunu hissedebiliyordu.

Kahvaltıyla ilgili sorunun tamamen alakasız ve ortamı yumuşatmak için olduğunu biliyordu bu yüzden görmezden geldi.

"Gerçekten teşekkür ederim."

Çatlayan ve kuru sesiyle konuştuğunda Jungwoo'nun içi burkulmuştu sanki. Ellerinden birini kaldırıp saçlarına diğerini de yaralı ellerin üzerine koyup kendisine çekmişti gözleri dolu bedeni. Göğsüne doğru çektiği bedenle birlikte arkasına yaslanmış, yumuşak saçları okşamaya, az da olsa rahatlamasını sağlamaya başlamıştı.

"Sorun yok Mark. Ben yanındayım."

Mark bu cümleyi duyana kadar buna ihtiyacı olduğunu bilmiyordu bile. Birinin onun yanında olması, ona yardım edecek olması, ona böylesine sarılıyor olması mutlu etmişti. Aynı zamanda içi de burkuluyordu. Bunu Jaehyun'dan duymayı istemesine lanetler ediyordu, kendisinden nefret ettiriyordu.
Son kalan gözyaşlarını da arkadaşının boynuna akıtmaya başladı.

Salona giren Lucas önce kaşlarını çatmıştı ancak Mark'ın ağladığını fark ettiğinde kendisinin de gözleri dolmuş, sarılan ikiliye o da ilerlemişti. Mark'ın diğer yanına oturup o da arkasından sarılmış, sırtını hafif hafif okşamaya, içi çıkarcasına ağlayan bedeni sakinleştirmeye çalışmıştı.

Mark, gecenin geç saatlerinde ilk aşkını kaybetmişti ve Mark, sabahın erken saatlerinde yeni ailesini bulmuştu.



...

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
No Talk Between Us | JaeMarkWhere stories live. Discover now