twenty nine, so close your eyes, escape this town for a little while

Mulai dari awal
                                    

İlgimi ilk başta kabul etmesinin sebebinin bu olduğunu söylemişti, beni seviyordu ve benden gelecek en ufak bir ilgiye aç olduğunu söylemişti. Onu kollarımın arasına alarak sevmiş, başka kimseye ihtiyacı olmadığını ve benim sevgimin, ihtiyacı olduğu tüm sevgiyi ona vereceğimi söylemiştim.

"Sen benim ailemsin Jeongguk ve ben de, senin ailen olacağım."

Kollarını bana dolayarak dakikalarca ağladıği dakikalara hala zihnimin içinde dönerek canımı acıtıyordu, onu seviyordum ve herkesten korumak istiyordum.

Hazır sandviçleri streç filme sardıktan sonra odaya geri döndüm, Jeongguk benim yatakta olmamamdan faydalanarak onu tamamen kaplamış halde uzanıyordu şimdi. Çantaya bir kitap atarak, yatağa yaklaştım. Önüne gelen saçlarını geriye atarak alnına dudaklarımı değdirdim.

"Sevgilim."

Dudakları gülümseme ile kıvrılarak gözlerini araladı, koyu renk iki zeytin parçası bana bakarken saçlarını sevdim. "Kaçalım mı?" diye sordum, kıkırdayarak doğruldu, dudakları yanağımı buldu. "Kaçalım ama kimse bizi bulamasın." dedi, başımı sallayarak onu onayladım. "Ben istemediğim sürece kimse bizi bulamaz, bebeğim." O yataktan çıkarken telefonları şarjdan çıkardım. "Her şeyi hazırlamışsın." dedi çantaya bakarak, başımı sallayarak onu onayladım, dudaklarım ensesine değerek oraya kendi izini bırakırken termosları almasını söyledim.

Alacakaranlık yerini güneşe bırakmadan önce tüm dünyanın üzerine çökerken Audi A5'in ön koltuklarına yerleşmiş, Lana Del Rey şarkısı açarak emniyet kemerlerimizi takmıştık. Jeongguk ısrar ile nereye gittiğimizi soruyor olsa da ona söylemeyerek sinirlendirmiş, dudaklarını büzerek yanaklarını şişirmişti. Elim çenesinde gezinirken bu kadar güzel olmasının kalbimi erittiğini söyledim, dudakları gülümseme ile büyürken bana doğru döndü.

Karanlık yerini soluk bir maviye bırakmaya başladığında şehri geride bırakmıştık, Jeongguk şarkıya eşlik ederek yanımda oturuyorfu ve ayaklarını torpidoya uzatmış haldeydi. Onu keyifli görmek, beni de mutlu ediyordu. Tüm duygularımın Jeongguk'un kontrolünde savrulduğunu biliyordum, hepsini avucunun içine hapsederek yönetiyordu, onun kuklasıydım.

"Suyun altında tutmak istiyorum onu."

Ben gülümserken söylediği cümle bunu yapmak istememe sebep oldu, onu belinden tutmak ve suyun altına çekerken dudaklarımı dudaklarına hapsetmek istiyordum. Bacakları belime dolansın, parmakları saçlarımın arasında gezinsin ve gözleri bir tek beni görsün.

Ağaçların arasındaki yola saptığımda güneş hemen önümüzde yükselmekteydi, uzun yol bir kaya girintisinin yanından devam ediyordu. Jeongguk büyülenmiş bir şekilde ağaçların arkasında yükselmekte olan güneşi izlerken tüm her şeye sahipmiş izlenimi veriyordu, arkasına yaslanarak manzaranın tadını çıkarırken sessizdi.

Naksan sınırları içine girdiğimizde saat neredeyse yedi olmak üzereydi, kasabaya girmek yerine solda kalan sahil yoluna devam ederken şimdi bir yanımız deniz, diğer yanımız içinde kayalıkları saklamış ormandı.

Arabayı otoparka bırakarak sırt çantamı aldım, Jeongguk elimi tutarak benimle birlikte sahilde yürürken "Buraya hiç gelmedim." dedi dudak büzerek, "İstediğin her yeri bana söyleyebilirsin,  gideriz." dedim, kayalıkların hemen yanında kalan ağaçlık alana otururken sırtımızı yaşlı bir ağaca verdik. "Burada seninle olmak bana yeter, Taehyung. Sen olduğun sürece nerede olduğum önemli değil." Bir de bu vardı, bana hyung ya da sunbae demeyi yavaş bir şekilde bırakıyordu ve ne zaman adımı söylese, cennetin kapıları benim için açılıyordu sanki.

Termosları ve sandviçleri çantamdan çıkararak kahvaltımızı yaparken "Yüzer miyiz?" diye sordu Jeongguk, "Hayır, havalar hala ısınmadı ve hasta olmanı istemiyorum." dedim, bundan pek hoşnut olmasa da bir şey demeden yemeğine devam etti. "Havalar ısındığı zaman istediğin kadar yüzeriz, bebeğim. Sama söz veriyorum." Başını sallayarak beni onaylarken parmağımın ucuyla dudaklarına buluşmış mayonezi aldım.

Serin havada oturuyorken onun için olan planlarımdan habersiz olan Jeongguk hala yüzemeyeceğimize üzülüyor halde yanımda oturuyordu, streç filmleri bir topaç yaparak çantamın ön gözüne koyduktan sonra termosun içindeki çayı kafama diktim. "Jeongguk." Bakışlarını ona seslenmem ile bana çevirdiğinde burnunu öptüm, "Asma suratını, şimdi gideceğimiz yeri seveceksin." diyerek ayağa kalktım, sırt çantamı omuzlarıma attıktan sonra elimi ona uzattım.

Parmaklarımız birbirine geçmiş halde ormanın içindeki patikada yürürken başını omzuma yaslamış haldeydi, serin hava saçlarımızı dağıtırken kendimi olmak istediğim yerde hissediyordum. Sevdiğim adam yanımdaydı ve yapmak istediğim hiçbir şey kalmamış gibiydi.

Orman kasaba ile birleştiğinde fırın dışında hiçbir dükkan açık değildi, geleneksel evleri geride bırakarak dar sokakların arasında gezerken bir evin önünde durdurdum onu, kapının sürgüsünü açarak bahçeye girerken benimle birlikte çekiştirdim.

"Evimize hoş geldin."

Bana ne olduğunu anlamayan bir şekilde bakmaya devam ederken ona yaklaşarak kolumu beline doladım, bahçeye girmesini sağladıktan sonra kapıyı kapattım. "Burayı büyükbabam benim için almıştı, Jeongguk ve bir gün eğer koşuşturmacalı hayatıma son vermek istersem, burada yaşamamı istiyordu." Ona yaklaşarak alınlarımızı birleştirdim. "Burada beraber yaşamak istediğim tek kişi sensin, kollarımda olduğun sürece yeterli." Dudaklarımızı birleştirdiğinde kolları boynuma dolanarak parmakları saçlarımın arasına girdi.

Bunu seviyordum.

Jeongguk benimle olduğu sürece hiçbir şeyin umurumda olmaması hoşuma gidiyordu, o ve ben, başka kimseye ihtiyacımızın olmaması güzeldi. Dudaklarımız birbirinden ayrılırken onun elini tutarak içeri götürdüm. Tek basamaklı ahşap verandayı geçerek kapıyı cebimden çıkardığım anahtarla açtım, kapı geriye doğru giderek iki yandan koridorlara uzanırken "Burası çok güzel." diye mırıldandı Jeongguk, hemen karşımızda kalan salona girdiğimizde evin gelenekselliğinin aksine geçen sene yerleştirdiğim modern eşyalar karşıladı bizi.

Elimi bırakarak salonda gezinirken mini kitaplığımı incelemeye dalmıştı, "Gurur ve Önyargı?" diye sordu bana dönerek, elindeki kitabın sayfaları arasında gezinirken bana yaklaştı, onu belinden tutarak kucağıma çektim ve yan oturmasını sağladım. Kollarımın arasında kitabın sayfalarını karıştırmaya devam ediyordu ben saçlarını okşarken.

"Kitaplardaki mutlu sonların seni bulacağına inanır mısın?"

Hayır.

Mutlu son denilen bir kavramın varlığına inanmıyordum, hayat inişler ve çıkışlarla doluyken sonsuz bir mutluluk yoktu. "Ben seninle mutluyum Jeongguk." dedim, gözlerini bana çevirdiğinde gülümsedim. "Sen yanımda olduğun sürece mutluyum ben, o yüzden gitme hiç." dedim, kucağımda yayılırken başını göğsüme bıraktı usulca, kollarımın arasında öylece dururken bunun onun için yanımda kalacağını söylemek olduğunu biliyordum, Jeongguk kelimeleri kullanmak yerine kucağıma sığınarak anlatırdı içindekileri.

ben burayı unutmuşum,
hiç hatırlatmıyorsunuz.

sabah yıldızı' taekookTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang