Mimarlık bölümünün sınıfında, arka sıralarda dinlediğim derste kafamın içinde ona olan aşkımı itiraf etmiş, kabul ettiğini düşlemiş, hatta ilk randevumuza bile gitmiştim. Bütün bunların kafamın içinde olması çok yazıktı.

"Efendim, Profesör." Kendime gelip ayaklandığımda sınıfın tamamen boşalmış olduğunu görerek şaşkınca birkaç kez göz kırptım. Ne ara ders bitmiş, herkes çıkmış ve en yakın arkadaşım Park Yeo Bin yan tarafımda sinirle gülüyordu emin olmasam da, gülümsemeye çalışırken elimi başımın arkasına götürüp saçlarımı karıştırdım. Eğer dudağımın yanındaki soğuk ıslaklık beni yanıltmıyorsa hayal dünyamda değil de, rüyadaydım. Uyuyakalmıştım ve salyam akmıştı.

Evet. Aşık olduğum adamın önünde bu halde duruyordum.

Eskiden insanların ne düşüneceği konusunda kaygısızdım. Keza çoğu zaman hâlâ öyleyim. Fakat birine değer verdiğinizde, onun düşünceleri de sizin için önemli hale geliyordu. Gülünç anlarınızı, utandığınız zamanları, hatta bazen olduğunuz kişiden bir şeyleri saklama dürtüsü duyuyordunuz. Belki sizi o halde görürse sevmeyebileceği ihtimali, güçlü bir gizleme tetikleyicisi olabiliyordu.

Yeo Bin ile ilk tanıştığımız zamanlar-henüz 6 yaşındayken-başlarda sürekli birbirimizi yanlış anladığımızı sanarak açıklamalar yapardık. Sorular sorardık. Bu sanırım küçük iki kızın birbirini kaybetme korkusuydu çünkü çocuk olmak belki farkındalığı arttırıyordu ve gerçek dostluk önemli bir şeydi. Korunması gereken bir şey. Yılları aşıp büyürken birbirimizi olduğumuz gibi sevmiş ve kendimiz olmayı başarabilmiştik. Fakat bu güzel şeyleri bilsem de, onun karşısında rezil olmayı sevmiyordum.

"Neden sürekli mimarlık derslerine de giriyorsun ki?" ardında kalan sıralardan birine yaslandığında, küçükken daha çok gülümseyen halinin yerinde, şimdi daha küçük hatta dışarıya karşı soğuk sayılabilecek gülümsemeler sunan bu adamı gördüğümde huysuzlanmamak adına kendimi zor tuttum. Onun nadiren eskisi gibi güldüğünü görüyordum. Bu ise sinirimi bozuyordu çünkü diş etlerini gösteren o tatlı gülümsemesi ona daha çok yakışıyordu elbette.

Sorusuna gelirsem ise, kendim moda tasarımı okurken neden sürekli mimarlık derslerine giriyordum, pek tabi onu daha fazla görebilmek için. Ama bunu ona söyleyemeyeceğim için başka bir şey söylemem gerekiyordu.

Yeo Bin ve ben, bir aradayken abartılı tavırlarımızı bildiği için sıradan davranmak makuldü. Biz ikimiz bir aradayken insanlar artık saçmaladığımızı söylemiyordu, tepkilerimize alışmışlardı. Sonuçta aramızdaki espriye göre, yalnızca bizim saçmalama saatimiz vardı, başkasının ne dediğini pek umursamıyorduk.

"Yeo Bin'i özlüyorum." Dedim hafifçe eğilip ona sarılırken. Gereğinden fazla sıkı sarılıyordum hatta şu an. En yakın arkadaş azizliği ise muazzamdı. Kulağımın dibinde gülmesini bastıramadan alaylı bir kahkaha savurduğunda, başımı ona çevirip susması için kaş göz işareti yapmaya başladım. Bu onu daha da güldürdüğünde, yanağını sıkarken konuşmaya devam ettim.

"Bilirsin, küçüklükten beri yan yanayız. Nasıl özlemem?"

Yeo Bin yanağının acısını çıkarmak isteyerek alt taraftan ayağıma bastığında, daha da eğilmek zorunda kalırken yüzümü buruşturdum. Bu durumun saçmalığının farkındaydım. Ama ona saçma gelmiyordu çünkü biz hep böyleydik. Küçüklüğümüzden beri bir aradaydık. Ağabeylerim, Yeo Bin'in ağabeyi ve biz. Bütün bunlar zaten zor olan şeyleri, daha da zor kılıyordu.

"Hiç büyümeyeceksiniz değil mi?" Yoongi uzanıp uzun parmakları ile saçlarımı hafifçe karıştırdığında, o bunu gayet sevimli ve şefkatli bir hareket olarak görmüş olmalıydı ama aynı şey benim için geçerli değildi. Kalbim final notumun açıklanacağı zamandan daha hızlı atarken, yanaklarımın kızardığını hissettim. Ama söylediğine zıt bir şeyde söylemek istiyordum.

"Büyüdük biz. Üniversite son sınıfız." Yerimde dikleşip kollarımı göğsümde buluşturduğumda, kastettiği şeyin bundan uzak olduğunu bilsem de beni hâlâ o küçük kız olarak görmesi sinirlerime dokunuyordu. Farkıma varması için ne yapmam gerekiyordu ki? "Evet. Tabi." Başını eğip güldükten sonra yerinde doğruldu ve son bir kez gülümseyip ilerlemeye başladı. Ben de yine her zaman yaptığım gibi arkasından baktım elbette. Bu bizim kaçınılmaz kısır döngümüzdü.

"Daha müthiş şekilde açıklama yapamazdın." Yeo Bin bana dil çıkarıp gülerken, ayağımın üzerindeki ayağını çekmiş ve çantasını toplamaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp kendimi gerisin geri sıraya bıraktım.

Onun seveceği biri olabilmek neden bu kadar zordu? Meselenin elbiseler, ayakkabılar ya da davranış biçimi olmadığını biliyordum. Bana kalbini açması, en azından bir şans tanıması için ne yapmam gerekiyordu?

"Yeo Bin." Somurtup ona döndüğümde surat ifadem onu duraksatmış, elindeki defteri bir kenara bırakıp koluma dostane şekilde hafifçe vurmuştu. "Seni fark edecek. Merak etme." Beni teselli etmesi için ona seslenmediğimi anlamadığına sevindiğimde, yandan bir gülüş attım ve onu kızdıracağını bildiğim şekilde devam ettim.

"Ağabeyimin yanında sende müthiş açıklamalar yapıyorsun."

Evet. Biz iki kız böyleydik. Çalışkan-aslında Yeo Bin daha çalışkandı-muzip ve âşıktık. O, benim ikinci ağabeyime âşık ve bende Min Yoongi'ye âşıktım. Nereden bakarsak bakalım biz iki küçük kız çocuğu ve onlar bizi koruyup kollayan büyüklerdi. En azından aksini düşünmelerini henüz ikimiz de sağlayamamıştık.

Benim için Min Yoongi'nin yanı hâlâ ulaşılamaz görünüyordu. Her anlamda başarılı ve harikaydı. Onun kadar harika olmam mümkün değildi ama onu çok sevebilirdim kesinlikle.

Yeo Bin bana gözlerini devirdiğinde aynı benim gibi derin bir iç çekti. Fakat pes etmek yoktu. Son ana kadar denemeden ve savaşmadan pes edemezdik. En azından her şeyin sonunda elimden geleni yaptım diyebilmek mühimdi.

"Elimizden geleni yapmadan..." diye lafa başladığımda, yanımda ayaklanıp elini yumruk yaptı ve devam etti. "Pes etmek yok!"

Selam Işıklarım. Ben geldim yahu yeni kurgu ile. 💜

Tatlı, iç ısıtacak ve kendinizden bir şeyler bulacağınıza inandığım bir kurgu oldu. Ben yazarken çok keyif alıyorum açıkçası.

Şuraya girişi nasıl bulduğunuzu belirtirseniz mutlu olurum.

Bol yorum, bol oy, bol destek istiyorum sizden. ⭐

Dès Vu ❧ YoongiWhere stories live. Discover now