yirmi beş, son

914 118 65
                                    

yirmi beşinci bölüm: ben burada sevildim, değerli olduğuma inandım

yanımdaki jongho ile yavaş adımlarımla verandaya çıkıp cam kapıdan içeriye göz attım gizlice. gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı.

annem de buradaydı.

bir şeyler konuşuyorlardı, babaannemin hararetli hareketlerini görebiliyordum. dikkatimi içeriden gelen seslere odaklayıp dinlemeye çalıştım.

"siz bana ne dediğinizin farkında mısınız?! bir kere emanet ettim size çocuğu ve şu hâle bak! az daha kendini öldürüyordu!"

babaannemin haykırışı ve akabinde duyduğum ağlaması tartışmanın ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne seriyordu.

"anne, biliyorum çok hatalı davrandık fakat anladık ne yaptığımızı. sana söyledim. kendimizi affettireceğiz." diyen babam şaşkınlığımı arttırdı. bu dedikleri ve sesi... çok duygulu geliyordu. eski günlerdeki gibi. kalp atışlarım hızlanırken daha fazla dayanamayıp kapıyı açtım ve içeriye girdim. girer girmez bana dönen üç çift göze baktım anlamazca.

"neler oluyor?" 

beni görünce "yeosang! oğlum!" diyerek üzerime atlayan anneme sarılamadım. bu tavırlar da neydi böyle? yaz boyunca beni iki belki de üç defa aramıştı oysa ki.

"özür dileriz yeosang! seni çok yalnız bıraktık, biliyoruz... özür dileriz oğlum."

yavaşça çekildim kollarının arasından ve yeniledim sorumu.

"neler oluyor? beni almaya mı geldiniz?"

babam gülümseyerek bana yaklaştı.

"evet, oğlum."

ardından sanki daha çok şaşırabilirmişim gibi şok içinde kalmamı sağlayacak bir şey yapıp annemin elini tuttu.

"seni almaya geldik. seul'e geri dönüp yeniden bir aile olacağız."

"ne?"

"babanla çok konuştuk yeosang. biz... biz bir hata yaptık. hâlâ birbirimizi seviyoruz. yeniden bir aile olacağız oğlum."

ikisi de gözlerindeki samimi mutlulukla bunları söylerken sinir bozukluğuyla gülmeye başladım. o kadar şiddetli gülüyordum ki duvara tutundum düşmemek için.
herkes susmuş bana bakıyordu anlam veremez bakışlarıyla.

kahkahamın arasında konuştum.

"iyi... mutluluklar dilerim size."

ardından yüzümdeki gülümseme hâlâ gitmezken ne ara akmaya başladığını bilemediğim gözlerimi elimin tersiyle sildim.

pasif agresif sözlerim annem ve babamın gülümsemesini soldurmuştu. babam 'yeosang' diyerek cümlesine başlamıştı ki kestim sözünü.

"siz çıldırdınız mı?" dedim son derece sakin çıkan sesimle.

"ben sizin beraberken sevip sayacağınız, ayrıldığınızda ise atacağınız bir oyuncak mıyım?"

yüzlerine baktım birkaç saniye. cevap bekliyordum.

"söylesenize! oyuncak mıyım ben!?"

donakalmış hâllerinden yararlanarak konuşmaya devam ettim.

"yıllarca kullandınız beni. sırf anneannem ve dedemi sinir etmek için kullandınız. daha sonra ayrıldınız ve puf! artık yeosang diye bir çocuğunuzun olmasına gerek kalmadı! beni yalnız bıraktınız... yapayalnız... söylesene baba? o gün kafede bana nasıl baktığını hatırlıyor musun? beni nasıl bir yabancı gibi hissettirdiğini... hatırlıyor musun?"

bir, iki, üç: atla! - seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin