on sekiz

702 111 34
                                    

on sekizinci bölüm: han jisung'un partisi

ışıl ışıl süslenmiş, gürültülü müziğe rağmen her bir köşesinden gülüşmeler ve sohbet sesleri gelen büyük evin içine girerken seonghwa'nın elini tutuyordum. biraz gerildiğim için tutuşumu sıkılaştırmıştım ve o da bunu anlamış, rahatlamamı ister gibi yüzüme bakıp gülümsemişti. bu biraz olsun gerilen sinirlerime iyi gelirken ben de gülümseyip önüme dönmüştüm. etrafımdaki insanlardan bizimkiler hariç kimseyi tanımıyordum ve onlar da çoktan çil yavrusu gibi etrafa dağılmışlardı. hongjoong ve yunho oyun oynayanların yanına giderken jongho ve mingi ise atıştırmalıkların olduğu yere yönelmişti. san birkaç kişiyle konuşmaya başlamış wooyoung ise kendisini gidip köşedeki deri bir koltuğa atmıştı. normalde woosan ikilisi birbirlerinden ayrılmazdı ama partiye gelmeden saatler önce buluştuğumuzda kötü bir kavga etmişlerdi ve sebebini bilmiyorduk, birden bire kendi hâllerinde konuşurlarken tartışmaya başlamışlardı. sorularımızın hiçbirine de cevap vermemişlerdi. sıkıntıyla nefes aldım. onları böyle görmek hoşuma gitmiyordu. ben bu gürültünün içinde düşüncelere dalmışken elinde içkisiyle dans ederek yanımıza gelen bir çocuk sayesinde kendime geldim. yüzünde çok eğlendiğini belli eden gülümsemesi ve kısa boyuyla oldukça sempatik birine benziyordu.

"seonghwa? hoş geldiniz, naber?"

"iyidir jisung. senden?"

çocuk hâlâ ritme göre hareket ederken gözleri önce tutuşan ellerimizi bulmuş sonra soru sorarcasına seonghwa'ya baktı.

"iyidir benden de de sen? yani siz? merhaba ben han jisung bu arada, tanışmadık." dedi sonlara doğru gözlerini seonghwa'dan bana yöneltip.

sıcak olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümserken konuştum.

"tanışıyoruz aslında. yeosang ben. jongho'nun kuzeni."

jisung'un gözleri hayretle açıldı.

"oha! ben de diyorum gözüm nereden ısırıyor? şok oldum, çok uzun zaman oldu." deyip elindeki içkisini dökmemeye çalışarak sarılmasıyla ben de ona sarıldım. daha sonra hızla geri çekilip yeniden bize baktı. gözleri bir seonghwa'ya bir bana gidip geliyordu.

"ve siz?" dedi yüzündeki yaramaz sırıtış ve imalı sesiyle.

"çıkıyoruz." dedi seonghwa gülümseyerek. ellerimizi hafifçe havaya kaldırdı. boşta olan elimi enseme götürdüm utanarak. insanlara beni ilk defa sevgilisi olarak tanışmıştı.

jisung şaşkın gülüşünü kapatmak için elini ağzına götürdü.

"inanamıyorum. seonghwa'nın sevgili yapması şoku... yeosang, seonghwa'nın bugüne kada- " diye söze başlamışken seonghwa araya girdi.

"hey."

şakayla karışık omzuna vurdu jisung'un.

"sen en iyisi diğer misafirlerinle ilgilen jisungcuğum, hadi canım. bak minholar seni çağırıyor. güle güle!" deyip postaladı daha sonrasında onu. jisung gittikten saniyeler sonra yeniden konuştu.

"elimde kalacak bir gün."

dediği şeye gülerken daha fazla ayakta durmak istemediğimi fark ettim.

"wooyoung'un yanına oturalım, dikilmeyelim burda."

"sen git, ben de birkaç kişiye selam verip yanına geleyim. olur mu?"

"olur." deyip gülümsedim. seonghwa yanağıma hızlı bir öpücük kondurup insanların arasına karışırken ben de deri koltuklara doğru adımladım. yavaşça wooyoung'un yanına otururken ona baktım. üzgün ve biraz da sinirli bakışlarıyla daldığı yeri gözümle takip ettiğimde gülerek insanlarla konuşan san'ı gördüm. wooyoung'un olduğu tarafa gözü hiç değmiyordu fakat yine de izlendiğini bildiği hissine kapıldım.

bir, iki, üç: atla! - seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin