bir

1.8K 171 109
                                    

birinci bölüm: bir zamanlar farklıydık

"yeosang."

"yeosang."

"kang yeosang."

koluma dokunan el ile irkildim. yüzüme neden cevap vermediğimi sorarcasına merakla bakan psikiyatrist benden bir şeyler dememi istiyordu.

"üzgünüm. dalmışım." dedim kısık sesimle. tedirgince kollarımı kavuşturdum karnımda. midem bulanıyordu.

"peki. tekrar soracağım o hâlde."

onaylarcasına kafamı salladım.

"neden hayatına son vermek istedin?"

bakışlarım yere doğru düştü. neden düştü? bu sorunun gelmesini bekliyordum. hayır, beklemek değil. bu sorunun geleceğinden emindim.
zaten önceden hazırlamış olduğum cevabı verdim kafamı çevirip pencereden dışarı bakarken.

"mutsuzdum."

kısa ve net bir cevaptı. mutsuzdum, çok mutsuzdum. bir süredir, mutluluğun ne olduğunu hatırlamayacak kadar uzun bir süredir mutsuzdum.

"biraz daha açar mısın?"

bunu daha ne kadar açabilirim?

düşüncelerimin aksine ona cevap verdim.

"ben... uzun süredir yarın ne olacağını, ne yaşayacağımı merak etmiyorum. sadece... yaşıyorum işte."

"anlıyorum."

gerçekten anlıyor musun?

"peki iştahın nasıl? oldukça zayıf görünüyorsun, yemeklerini düzgünce yiyor musun?"

"açlıktan ölmeyecek kadar."

"bu miktar az olmalı."

hâlâ pencereden gözlerimi çekmezken omuzlarımı silktim.

"ya uykun?"

"pek iyi değil. gün içinde bayılmamak için birkaç saat uyuyorum."

en azından uyumaya çalışıyorum.

"uykuna engel olan şeyler düşüncelerin mi?"

genelde gecelerimi nasıl geçirdiğimi düşündüm.

"hem o hem de kemiklerim. kemiklerim vücuduma batıyor, ağrıyor. bunu geçirebilecek bir ilaç varsa yaz bana. dışardakiler kolayca ölmeme izin vermeyecek gibi duruyor. en azından güzel bir uyku çekerim."

yüzümdeki sırıtış ister istemez belirginleşti bu cümleleri sarfederken.

"dışardakiler derken kast ettiğin annen ve baban, değil mi?"

onaylamak için kafamı salladım tekrar.

"annen ve babanın ayrı olduğunu biliyorum. bu durumdan ötürü mutsuz musun? "

cevap vermedim.

"yeosang, beni dinleyip dinlemediğini anlayamıyorum."

"niçin? deminden beri sorulan her soruya cevap veriyorum."

"geldiğinden beri pencereye bakıyorsun. biraz göz kontağı kurmamıza izin ver."

iç çektim.

"istemiyorum."

"sebebi nedir? orada dikkatini bir şey mi çekti?"

ilk önce cevap vermedim. daha sonra dayanamayıp gözlerimi çevirdim onun camlar ardındaki gözlerine. istemsiz bir şekilde hissiz çıkan sesimle konuştum durgun bakışlarımla ona bakarken.

"oradan atlamak beni öldürür mü sence? şu an altıncı kattayız, değil mi?"

kafamı yere eğdim.

"yok... beşinci kattı sanırım..."

doktorun sesli nefes alışı kulaklarıma ulaşırken yeniden gözlerine baktım.

"benimle konuştuğun için teşekkürler, yeosang. şimdi biraz ailenle konuşacağım ve ondan sonra buradan gidebileceksin. tamam mı?"

cevap vermeden ayağa kalktım ve dışarıya çıktım. kapının önünde beni bekleyen annem ve babam dışarı çıktığımı görünce hareketlendi. kendimi kapının yanındaki koltuğa bırakırken yaslandığı duvardan doğrulup kavuşturduğu kollarını serbest bırakan babama baktım.

"sizinle görüşmek istiyor." dedim yüzümü onlardan uzağa çevirirken. ikisi hızlı bir şekilde doktorun odasına girerken hastanenin ne kadar ince duvarları var diye düşünüyordum. konuştukları her şey biraz zor da olsa kulaklarıma ulaşıyordu.

"neden yapmış böyle bir şey? anlattı mı?"

annem konuşmaya başlar başlamaz yine kendini tutamayarak ağlamaya başlamıştı. zaten intihar etmeyi denediğimden beri sürekli ağlıyordu. onun için üzülmüyor değildim, saatlerce ağlamasına üzülüyordum elbette fakat çok bir zaman geçmeden aklıma geliyordu; benim geceleri saatlerce sessiz sessiz ağlayışlarımın hiç değeri yok muydu?

doktorun tok sesini duydum daha sonra.

"çok ağır bir depresyon geçiriyor. bu yaşlarda bu vakalarla sık karşılaşıyoruz. kafasını dağıtmaya ihtiyacı var. antidepresan, iştah ve uyku problemleri için ilaç yazacağım. şu an yaz tatilindeyiz, belki şehirden uzaklaşmak ona iyi gelebilir. tatile çıkın ya da gönderebileceğiniz şehirden uzakta yaşayan yakın bir akrabanız varsa önerebilirim fakat yalnız kalmasını kesinlikle tavsiye etmem. üstüne gitmeyin, işler daha kötü bir hâl alır."

doktorun dediklerine şaşırmadım. depresyon dedikleri insandan şaşırma hissini dahi alıyordu sanırım. son zamanlarda her şeye omuz silkmekten başka ne yapıyordum?

"biz çalışıyoruz fakat babaannesi şehirden uzakta deniz kıyısında küçük bir kasabada yaşıyor. kafa dinlenebilecek bir yer." dedi babam. her zamanki gibi, ilgisizdi sesi.

oysa bir zamanlar farklıydık, yere düşsem bile beni sımsıkı kucaklar güvende hissetmemi sağlardı çünkü o zamanlar anneme çok aşıktı. onlar ayrıldı, ben de başka birinin çocuğu oldum sanki. zamanla sadece maddi ihtiyaçlarım için yanımda olan birine dönüşmüştü babam. gerçi artık bu da umrumda değildi. sadece bazenleri, çok ama çok nadir zamanlarda kalbim kırılıyordu ama kısa bir süre sonra bunu da unutuyordum. belki de sadece unuttuğuma kendimi inandırmak istiyordum, emin değilim.

"gayet güzel bir seçenek gibi duruyor."

babaannemi annem ve babam boşandığından yani neredeyse altı yıldan beri görmüyordum. o kasabaya uğramayalı yıllar oluyordu. aslında babaannemi severdim, çok severdim hem de ama o ikisi ayrıldı ayrılalı ben, ben değildim sanki. kendimi kuruntularım arasında kaybettiğimi biliyorum. bu gerçeği geç anladım, hem de çok geç anladım çünkü anladığımda artık kurtulacak bir tarafım kaldığına pek de inancım kalmamıştı.

doktor üstüme gelmemeleri için birkaç kez daha uyardı onları. tanrı aşkına bu hastanenin duvarları gerçekten çok inceydi.

ikili odadan çıktıklarında üstümdeki tembellikle yavaşça ayağa kalktım. onlar bir şey demeden önüme geçip yürürlerken ben de peşlerine takıldım.

böyle mi olması gerekiyordu gerçekten hayatım? bir psikiyatr koridorunda, ikisi hissiz ve sert adımlarıyla önümde yürürken peşlerindeki bir yük gibi sessizce onları takip etmem mi gerekiyordu? hayır. böyle olmamalıydı. bugün cumartesiydi, değil mi? bir parkta piknik eşyalarımızı toplayıp arabamıza doğru yürürken, arkalarında değil ortalarında, sessizce değil sesli bir şekilde gülerek yürümeliydim onlarla. bakılması gereken bir yük gibi hissetmem değil onların en kıymetli varlığıymışım gibi hissetmem lazımdı.

çocukça mı bilmiyorum, benim buna ihtiyacım vardı. en azından bir zamanlar tek ihtiyacım buydu.

bir, iki, üç: atla! - seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin