akşamı aydınlatan dans'

176 33 35
                                    

Akşam, gün içerisindeki o terleten havayı silip götürmeye başlamıştı. Hatta serin bir hava tenini yalıyor ve ince kumaştan yapılmış gömleğini ağır ağır dalgalandırıyordu.

Gün boyu oturmak, tezgahından sadece birkaç adım uzaklaşıp geri gelmek gibi kısa süreli ayrılmalar dışında o güneşin altında akşam olmasını beklemişti. Ve gökyüzü koyu tonlarıyla bezeli bir örtüyü üzerine sermeye başladığında Hoseok biliyordu ki bugünkü iş günü bu kadardı.

Birazdan çalgıcılar kapanan tezgahların ardından bu ânı beklercesine gelecek ve insanlar sanki gün yeni başlıyormuşçasına sokaklara dökülecekti. Sabahları sanki uyur gezer, herkese soğuk olan bu insanlar meydanı şen kahkahalarla dolduracaktı. Hoseok her zaman uzaktan seyretmeyi tercih ettiği bu eğlenceden sadece izleyerek bile keyif alıyordu.

Tezgahındaki ürünlerin üzerini diğer herkes gibi o da bir bez ile kapattı ve derin bir nefes verdi. Her gün sürekli getirip götüremezdi ya ürünlerini. Çınarın etrafındaki her daim sabit tezgahlarındaki ürünlerinin sadece üzerini örterlerdi ve sabah erken saatlerde de yeni bir iş günü başlardı. Bu zamana dek bir kere bile hırsızlık olmamıştı. Sahi böylesine zengin bir kasabada kim böyle bir şeye yeltenirdi ki?

Şimdi ise tek istediği kısa süreli seyir keyfi yapmayı planladığı eğlence başlamadan kaldığı hana gitmek ve terden yapış yapış olmuş bedenini temiz su ile şımartmaktı. Bu yüzden ağır adımları birkaç sokak aşağıda kalan oldukça eski hanın yolunu tuttu.

Bugünkü kazancı beklediğinden daha iyiydi. Cebindeki şıkırdayan metal paraları duymak bile keyfine keyif katıyordu. Eğer bu şekilde haftayı ilerletebilirse o çok merak ettiği kitabı alabilmek adına biraz daha parayı gözden çıkartabilirdi.

Her evin önündeki meşaleler yakılırken sokakları kızıl bir aydınlık kuşatıyordu. Hoseok en sonunda kendisini yıkık dökük handan içeriye attığında burnuna dolan içki kokularıyla yüzünü buruşturdu.

Girişinde içkiler içilen hanın gıcırdayan basamaklarından yukarıya çıktığında sadece 4 odası bulunan bir misafirhane vardı. Hoseok böyle bir yeri kınayamaz veya berbat diye göz ardı edemezdi. Parasının yettiği nadir yerlerden birisiydi işte. Sanki bundan önceki gelişlerde kaldığı yerlerden ne farkı vardı ki? Belki, biraz daha eski olabilirdi.

Odanın gıcırdayan tahta kapısını aralayıp içeriye girdiğinde günün yorgunluğu ile kapı eşiğine çöküvermişti. Bedeninin her bir santimi sızlıyor, özellikle ayakları çok ağrıyordu. Bu yüzden ilk işi ayaklarını sıkan ayakkabılardan kurtulmak oldu.

Sıklıkla ayakta durduğu için ayakları şişiyor ve normalde ayaklarına tam oturan bu ayakkabıları giymek eziyet oluyordu. Yine de yeni ve rahat bir şeyler alabileceğini sanmıyordu.

Bir süre orada öylece oturdu. Ancak sızısı biraz daha azalan ayaklarının ardından küçük odanın bir köşesindeki sözde tahtadan yapılmış kırık dökük banyoya ilerlemiş ve yavaşça üzerindekilerden kurtulup banyoya girebilmişti.

***

Yanan ateşin etrafında insanlar büyük bir coşkuyla karşılıklı dans ediyor ve kalabalığın o yoğun sesi meydanı dolduruyordu. Hoseok ise kimseyi tanımadığı için sadece oturmayı tercih eden insanların yanında durmayı tercih etmiş ve coşkulu kalabalığı, farklı ve cesur dans figürlerini heyecanla seyrediyordu.

Sözleri olmasa bile çok fazla şey anlatan melodiler vardı. Her bir melodinin insanları farklı iklimlere sürüklediğine inanırdı. Şimdi bu coşkulu melodilerle kendisini huzurlu bir ortamda hissediyordu.

Elleri ritimle orantılı birbirine çarpıyor ve bedeni sağa sola ahenkle sallanıyordu. Tezgahını toplarken de var olan o hafif rüzgarlı hava hâlâ hakimdi ve nemli, dalgalı kahverengi tutamları geriye, sağa sola, rüzgar nereden esiyorsa tersi istikamete doğru savruluyordu.

white orchid :: HopekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin